Egoist okur

Brigitte Labbé: “Sevgi… Asıl mesele hep o değil mi zaten?”

Saatchi & Saatchi ajansı ortaklarından Brigitte Labbé yıllar önce sıkıntıdan patlamak üzereyken Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimine başlamıştı. Daha sonra çalışmalarını, karışık felsefi kavramları çocuklara aktarmak üzerine yoğunlaştırdı ve ortaya zıt kavramların sorgulandığı Çıtır Çıtır Felsefe dizisi çıktı.

Günşığı Kitaplığı’ndan çıkan diziyi ilk günden beri takip eden biri olarak ben de Brigitte Labbé’nin felsefeci Michel Puech danışmanlığında kaleme aldığı Çıtır Çıtır Felsefe kitaplarının hayranlarından biriyim. Labbé’yle bu zihin açıcı ve çok eğlenceli diziye ilişkin bir röportaj yaptım. Okullarda, kütüphanelerde ve kafelerde, çikolata, kurabiye ve şeker eşliğinde çocuklar için “Çıtır Çıtır Felsefe Günleri” düzenleyip tartışmalar yapan Labbé gerçek hayatta da dünya tatlısı bir kadındı. Onunla Çıtır Çıtır Felsefe serisini; felsefeyi, hayatı, çocukları, yetişkinleri, sorgulamanın hazzını, Red Kid’i hatta Dalton Kardeşler’i konuştuk…

brigitte labbe gunisigi egoistokur gulenay borekci

“Yetişkinler olarak biz de bir gün ‘Bilmiyorum’ ve ‘Hadi, birlikte öğrenelim’ demeye cesaret edeceğiz”

Nasıl bir çocuktunuz, meraklı, utangaç, mutlu?

Felsefenin bana öğrettiği en önemli şey, insanları tanımlı kutulara hapsetmemektir. Hele çocukları. O yüzden sorunuzu şöyle cevaplayabilirim: Umarım çocukken, o söylediğiniz sıfatların hepsine, hiçbirine zarar vermeden sahip olabilmişimdir!

Çocukken, yetişkin meselelerini anlamak sizin için kolay mıydı, zor muydu? Yol gösterici bir ışığa ihtiyaç duyar mıydınız? Mesela Çıtır Çıtır Felsefe’ye…

Çocuklar için konu, neden “anlamakta zorlandıkları yetişkin meseleler” olsun ki? Kendimden örnek vereyim… Çocukluğumu taşrada küçük bir kasabada geçirdim. Bisiklet sürerek, top oynayarak… Zihninizde dertsiz tasasız bir yaşam canlanmasın, benim de kendime göre dertlerim vardı. Ciddi “çocukluk” dertleriydi bunlar. Çocuk olmanın kendisinden kaynaklı dertler… Arkadaşlarla kavgalar. Oğlan meseleleri. Karnedeki kırık notlar. Ev ödevi azabı. Anne babaların yaptıkları haksızlıklar, kardeşlerle bitmeyen didişmeler… Bedensel tasalar, dış görünüşle ilgili saplantılar. Başarılar, başarısızlıklar. Zenginlik ve fakirlik konusunda hissedilen kafa karışıklığı… Keşke o zamanlar başıma gelenler, çevremde olup bitenler ve yakınlarımın yaşadıkları üzerine düşünürken bana yardımcı olacak Çıtır Çıtır Felsefe türünde kitaplar olsaydı. Bunu hakikaten çok isterdim.

Peki şimdiki tecrübenizle cevap verin: Felsefe konusunda hangisinin daha iyi bir okul olduğunu düşünüyorsunuz, Sorbonne mu, yaşam mı?

Cevap tam da sorunuzun içinde saklı: İkisi de… Hayat olmadan Sorbonne, salt akademik bir derstir. Tek başına sadece akademik ortamlarda parlamanızı sağlar. Öte yandan, düşünceden, sorgulamadan yoksun bir yaşam da, önüne ilk geleni takip eden bir sürünün üyesi olmaktan öteye geçmemek anlamına gelir.

O halde felsefeyle hayatı birleştiren Çıtır Çıtır Felsefe’yi konuşmaya başlayabiliriz… Gerçi söylediğiniz gibi, bu ikisi zaten ne zaman ayrılmıştı ki? Her neyse, önce şu: Yeni tanıştığınız birine, Çıtır Çıtır Felsefe dizisini nasıl anlatırsınız?

Düşüncenin inşasında kullanılacak bir alet çantası.

Reklamcı olarak çalışmayı bırakıp neden aşk, kıskançlık, şiddet, eşitlik, ölüm ve politika gibi çok önemli meseleler üzerine yazmaya başladınız?

Öncelikle beni heyecanlandırıp cesaretlendiren güzel iltifatınız için teşekkür ederim. Her zaman ihtiyacım var buna, çünkü bildiğiniz gibi diziyi yazmaya devam ediyorum. Şimdi 43’üncü kitap için kapandım. “İş kadını” olmaktan vazgeçmemi sağlayan şey, yaptığım işi “anlamsız” bulmaya başlamamdı. O işi niçin yaptığımı anlamıyor, kendime bunu sorduğumda da bir cevap alamıyordum. Felsefe derslerine başlayınca, sorduğum sorular çeşitlendi. Kendimi daha çok sorgulamaya, daha önce açmadığım pencereleri cesaretle açmaya koyuldum. Ondan sonra da artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Bunlar sizin Sorbonne yıllarınız…

Evet. Benim için sonraki aşama, yaşadığım bu hayranlığı, tam da felsefeye teşne bir yaşın üyelerine, gençlere aktarmak olacaktı.

Neden gençler ve çocuklar?

Çünkü tam da sorgulama yaşındalar. Amacım, “armut piş ağzıma düş” şeklindeki hazır cevaplarla onların sorgulama süreçlerini sekteye uğratmadan düşüncelerine yol vermek, cevaplara gidecek yönleri onlarla birlikte bulmak… Tabii bunun için, öncelikle, genellikle hep yaptığımızın tam aksine, cesaret etmemiz gerekiyor.

Neye cesaret edeceğiz?

“Bilmiyorum” demeye. Çocukların sorularına, her şeyi bilen yetişkinler gibi yaklaşmamaya ve bize giydirilmiş bu rolden bir an önce kurtulmaya… Bilmeyen ve merak eden yetişkinlere dönüşüp, çocuklarla birlikte başka maceralara atılmaya… “Hadi, birlikte öğrenelim” diyebilmeye… Her neyse, anlayacağınız, zihnimi kurcalayan soruları yaşam-ölüm, adalet-haksızlık, iyilik-kötülük gibi zıt kavramlar üzerine en çok soru soran kitleye, yani çocuklara sormaya karar verdim. Onlara bir “cevaplar katalogu” sunmak yerine sorularına destek olacak bir “alet çantası” ürettim. Sorularını ve düşüncelerini adım adım ilerletmelerinde; kendilerini özgür, eleştirel, zihinleri açık bireyler olarak inşa etmelerinde yardımcı olmaya çalıştım.

Felsefenin faydası nedir? Onsuz yaşayabilir miyiz?

Felsefenin bize faydalı olduğunu söyleyebilmemiz için, daha iyi bir şekilde yaşamamıza yardımcı olması gerekir. Sokrates, yani felsefenin babası, Atina sokaklarında ne yapıyordu sizce? Söyleyeyim, insanların, yeniden doğmalarını sağlıyordu.

Yeniden doğmaları derken…

Zihinsel olarak özgürleşmelerine yardım ediyordu.

Lütfen yeniden bir çocuk olduğunuzu düşünerek yanıtlayın: Bir çocuğu en çok mutlu eden şey nedir?

Saygı ve sevgi. Çocuğa saygı duyabilmek için yetişkin bireyin kendisini çocuğun yerine koyabilmesi gerekir. Onunla tam aynı yere. Çok uzağında ya da fazla yakınında durmaktan söz etmiyorum. Sevmekse… ah, asıl mesele hep o değil mi zaten?

“Yetişkinlere, çocuk kitabı kılığında felsefe”

Diziyi yazarken sizin için en zor ve en keyifli olan neydi?

Diziyi yazma serüvenim hâlâ sürdüğünden, keyif her aşamada devam ediyor. Ama bugün geldiğim noktada, zorluk açısından şunu söyleyebilirim: En zoru, 8-9 yaş ve üzeri çocuklar tarafından anlaşılabilecek bir dilde yazmak ve ilgiyi sürekli yüksek tutabilmek. Bir de fikirlerin özünü ve yoğunluğunu yitirmeden, onları basitçe ifade edebilmek. Basitçe ama basitliğe kaçmadan.

Çocukların tepkileri ve yetişkinlerin tepkileri nasıldı?

Ah, keşke siz sorabilseniz onlara! Benim kendimce farkına vardığım şey, çocukların bu konularla ne kadar ilgili oldukları. Dahası bu konulardan söz eden yetişkinlerin de aynı tutkuyu sergiledikleri. Bunu sağlayan, felsefi düşüncenin ta kendisi. Sanırım, felsefe, çocukları da yetişkinleri de büyülüyor, çünkü ufuklarını açıyor, yaşadıkları hayatın bir kereliğine ve geri dönüşsüz bir şekilde planlanmadığını, tam tersi aksine her şeyin durmaksızın değiştip dönüştüğünü gösteriyor. Kitaplarımı yetişkinler de okuyor. “Yetişkinlere, çocuk kitabı kılığında felsefe” demişti bir felsefe öğretmeni. Yetişkinlerin de felsefeyle yakınlaşmasına, felsefe okumaya cesaret etmesine vesile oldukları için sanırım.

 “Rutinlerden nefret ederim”

Çocukken ilk âşık olduğunuz kitap hangisiydi?

Red Kid.

Peki en sevdiğiniz roman karakterleri?

Dalton Kardeşler…

Nerede ve nasıl yazarsınız?

Her yerde. Kafede, evimde… Nasılsa bilgisayarım var, istediğim her yerde çalışabilirim.

Tipik bir yazma gününüzü anlatır mısınız?

Küçük kızım okula gitti mi, ilk iş evdeki çalışma masama kuruluyor ve başlıyorum yazmaya. Sabahları daha iyi yazdığımı söyleyebilirim. Tercihen de yalnız kaldığımda.

Size özel bir yazma rutininiz var mı?

Amanın, hayır! Rutinlerden nefret ederim.

Yazarken ne tür müzik dinlersiniz?

Dinlediğim müzik, özellikle eşim müzisyen Wassim Soubra’nın piyanosudur. Biliyorsunuz kendisi besteci ve o da benim gibi evde çalışıyor.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments