İnsanlar diyarında cezalı büyücüler
Posted by gülenay börekçi on July 31, 2016 · 3 Comments
“… Ancak ne olduysa, yönlerini kaybedip aynı yollardan geçmek zorunda kalmış ve bu topraklarda hiçbir şeyin onların bildiği gibi yürümediğini anlamışlar. Ormanlar yine yağmalanmış, ruhsuzlar kitapları yakmış, ajanlar iki katına çıkmış, kedilerin kuyrukları kesilmiş, devler huzursuz edilmiş. Kaos ve kötülük kol geziyormuş…”
Suya, toprağa, gökyüzüne, ağaçlara hatta rüzgarda uçan yapraklara yazan Hande Şarman bu kez bir aşk masalı yazdı. Birbirine aşık iki büyücünün hikayesi biraz melankolik, çokça hüzünlü ama çok güzel.
Gülenay Börekçi
Çok genç. Çok cahil. Çok merhametsiz. Çok yıkıcı…
Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir yerlerde hiç eşyası olmayan ferah ama küçücük bir evde yaşayan bir çift varmış. Nehir kenarındaki bu ev, misafir ağırladığı görülmemiş, bacası tütmeyen, kendi halinde ama değişik bir evmiş. Sözü geçen çift de kadim zamanlardan kalma en güçlü büyülere hakim büyücülermiş. Onlar aslında birer su perisiymiş. Zavallı güzel yaratıklar bir tür lanetle yaralanmış, aynı anda bir tür kutsama ile ödüllendirilmişlermiş.
Kendilerinin bile tam hatırlayamadıkları kadar uzun zaman önce olmuş bütün bunlar. Cezalandırılmalarının sebebi birbirilerine aşırı düşkünlükleriymiş. Aşkları o kadar büyükmüş ki asıl işlerini çok uzun zaman ihmal edip büyücüler topluluğunda bir sürü soruna yol açmışlar. En affedilmez suçları ise izinsiz bir şekilde sık sık zamanda yolculuk etmeleriymiş. Yasak olan ve ancak kurul kararlarıyla onaylanıp uygulanabilen bu büyüyü yaparak defalarca birbirilerini büyük ve geri dönüşü olmayan yaralardan, kazalardan ve savaşlardan kurtarmışlar. Zamanla bu şekilde oynamak, kaderi değiştirmek, evrende kötülüğü tetiklediği ve güçlendirdiği için çok tehlikeli ve yasakmış. Bizimkiler ise birbirileri için her şeyi göze almaya daima hazırlarmış işte.
En eski büyücüler, hem bu aşkı göz ardı edememişler hem de “bu suçlara izin veremeyiz” demişler ve bu çifti birbirilerine ve insanlar diyarında yaşamaya mahkum etmişler. Aslına bakarsınız bizimkilerin umrunda bile olmamış. Nasılsa birlikteler. Eskisi kadar güçlü olmasalar ne çıkar! Hayattalar, birlikteler; yeter.
Şimdi nehir kenarındaki evde tek başlarına kalmış olan bu çift, artık sadece birbirilerine büyü yapabildikleri ve dünyada kaldıkları için insan formunda gezdikleri için temkinli olmak zorundalarmış. Birbirilerini bir şeylere dönüştürerek oyunlar oynar, işlerini görür, işleri bitince büyüyü sonlandırırlarmış. Sanki gerçekten de birbirilerinden başka hiçbir şeye ihtiyaçları yokmuş. Bir fincan çay mı istedin? Al ben senin için bir fincan çay oldum, iç. Uykun mu geldi, ben senin için dünyanın en rahat yatağına dönüşürüm. İyi uykular. Avlanmak için mızrak mı lazım oldu? Benden daha ölümcül bir mızrak bulamazsın!
Ancak gün gelmiş bizim çift bazı şeyleri birlikte yapamamaktan yakınır olmuş. Binlerce yıl yaşamaktan da sıkılmış olabilirlermiş ama bunu kendilerine bile itiraf edemezlermiş. Çünkü bir şeylerden sıkılmak aslında onların doğasında da varmış. Cezalarını çektikleri bu coğrafyada yaşayan insanlar gibi.
Günlerden bir gün, canlarına tak edince evin önünde nehre bakarken “Başımıza ne gelebilir ki” demişler. “Çıkalım yola, gidelim. Belki bu büyüyü bozacak biriyle karşılaşırız. Belki kaderimiz bu değildir, görelim”. O anda evi bırakıp çıkmışlar yola.
Yollarda ağaçsız kalmış orman perileri, taş kılığında ajanlar, ruhsuz insanlar, dengesiz kediler, kafası karışık devler gibi pek çok tehlike atlatmışlar. Biri diğerini bir ormana dönüştürmüş, büyüyü bozarken ormanın büyük kısmını gerçeklikte bırakmışlar; orman perileri mutlu olmuş. Ruhsuz insanlara kitaplar okutup masallar anlatmışlar. Taş kılığındaki ajanlara, bu işin yaş olduğunu fısıldamışlar. Dengesiz kedilere güzel kuyruklar hediye etmişler. Kafası karışık devlere şarkı söylemişler. Çünkü tehlikeleri güzellikle, iyilikle bertaraf edecek kadar olgun ve deneyimlilermiş.
Ancak ne olduysa, yönlerini kaybedip aynı yollardan geçmek zorunda kalınca uzun zamandır insanların hüküm sürdüğü bu topraklarda hiçbir şeyin onların bildiği gibi yürümediğini anlamışlar. Ormanlar yine yağmalanmış, ruhsuzlar kitapları yakmış, ajanlar iki katına çıkmış, kedilerin kuyrukları kesilmiş, devler huzursuz edilmiş. Kaos ve kötülük kol geziyormuş.
Yollarda oldukları için kendi formlarında rahatça gezdikleri ve insan kılığına girmeye gerek görmedikleri için de başları belaya girmiş. İnsanlar, kendilerinden farklı olan her şeyi yok etmek istermiş. Bu güzel büyücü su perileri çok yara almış, çok incinmiş, çok üzülmüşler.
Doğaları, deneyimleri ve bilgileri yüzünden olanları kabullenemiyorlarmış. Denemedikleri kalmamış. Anlamaya çalışmışlar. Anlaşılmaya çalışmışlar. Anlatmaya ve dinlemeye çalışmışlar. İkna ederek veya kandırarak iyiliği getirmeye çalışmışlar. Savaşmaya ve kazanmaya çalışmışlar. Yaratıp yaygınlaştırmaya uğraştıkları her şey yıkılıyormuş. Uzun süre mücadele etmişler. Bazen doğru yolda olduklarına inanmışlar. Sayıları az da olsa bazı insanlara ulaşabildiklerini hissetmişler. Ancak yıkıcı çoğunluk daima çoğunluk olarak kalmış. Yazmış çizmiş, basite indirgeyip anlatmış, üretmiş öğretmişler. Nafile. Hep sonunda elleri boş kalmış. Her defasında daha büyük hayal ve kalp kırıklığı…
Aslında başından beri kendilerine yapılan en büyük kötülüğün insanlara yakın yaşamak zorunda bırakılmak olduğunu fark etmişler. Ne güçlerinin ellerinden alınması, ne diğerlerinden ayrı kalmak ne de birbirilerine mahkum bırakılmak. “Zamanında yasaklanmış o büyüleri yaparak acaba bütün bunlara biz mi neden olduk” diye de düşünmüşler. Varsa hatalarını tamir etmek için çok uğraşmışlar. İnsanlık tarihinden çok daha yaşlı olan bu iki güzel ruh, bütün bilgeliklerine rağmen uğraşlarının emeklerinin hiç işe yaramadığı görmüş. Bunu kabullenmeleri kolay olmamış. Mücadele etmişler. Hatta daha çok fayda sağlamak için bir süre ayrılmışlar. Bütün güçlerini kullanmışlar. Bildikleri bütün büyüleri yapmışlar. Defalarca tanrı ilan edilmiş, sonra terk edilmiş, cadı diye yakılmış, başka gezegenden diye kovalanmış, ölümle burun buruna gelmişler. Olmuyormuş. Olmuyormuş. İkna olmuşlar; insan denen varlık çok farklı. Çok genç. Çok acımasız. Çok yıkıcı. Çok aptal. Çok cahil. Çok bilmiş. Çok merhametsiz.
Binyıllar süren, yorucu ve yıkıcı mücadeleden sonra zor bir karar vermişler. Daha önce hiç denemedikleri bir şeyi yapacaklarmış. 3-2-1! Aynı anda birbirilerini birer kayaya dönüştürmüşler. Sonsuza dek kaya olarak kalacak iki kaya. Sarmaş dolaş gibi görünen, birlikte kalmak isteyen, umudunu şimdilik yitirmiş iki güzel dev kaya. Deniz kenarında, dalgaların okşadığı, yıpranmaya gönüllü, bir arada kalmaya niyetli kayalar olarak sonsuza dek bir arada kalmışlar. İnsan değişir mi diye beklemekten içten içe vazgeçmemişler ama beklerken neyi beklediklerini defalarca unutacak gibi olmuşlar. Bu masal da burada bitmiiiş.
Hande Şarman
E-posta: handesarman@gmail.com
Twitter: @handesarman Instagram: handesarman
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Merhaba, İnsan umudunu kaybetmeye görsün elinde geriye tutanacak hangi dal kalır ki. Sadece boşluk. Umudumuzu kaybedince kaybecek başka hiçbir şeyimiz kalmaz ve gerçekten kayadan farkımız olmaz. Bize bunu hatılatan Harika bir masal ellerinize sağlık.
Teşekkürler :)
hatırlamamız gerekiyor bazen. teşekkür ederim :)