Egoist okur

Burhan Doğançay: “Diktatörlükle yönetilen memleketlerde duvarlar tertemizdir”

Türkiye’nin en pahalı ressamı olarak anılan Burhan Doğançay’ın 1980’lerde yaptığı Ribbons 58 tuhaf ve güzel bir eser. Üzerinde yırtılmış kağıdın keskin hatları ve rengarenk kurdele parçalarının yumuşak kıvrımları görünüyor, kurdelelerin zemine vuran gölgesi ise Arap kaligrafisini andıran bir şekil, daha doğrusu bir yazı oluşturuyor. Anlatmasını istediğimde fazla konuşmuyor ve şu sözlerle yetiniyor: “Resim, ışık ve gölge sanatıdır. Güneş olduğu müddetçe ışık olacak, ışık olduğu müddetçe de gölge olacak. Ben mesela bu seriyi hazırlarken, her gün çatıya çıkıp, güneşin altında en uygun gölgeyi arıyordum”

Onunla yaptığımız söyleşide resme nasıl başladığını sordum ilkin: “Babam asker kökenliydi ama aynı zamanda ressamdı. Ne öğrendiysem ondan öğrendim, gene de hiç istemedi ressam olmamı. Önce hukuk okudum, sonra futbola başladım. Paris’te iktisat eğitimi aldıktan sonra, New York’ta turizm ateşeliği yaptım. Sonra bir gün yapmak istediğim tek işin sanat olduğunu hissettim. New York’ta yaşamasam başlamayabilirdim. O tarihlerde Türkiye’de ressamlığı seçmek, intihar etmek gibi bir şeydi. Beş asırlık bir rönesansımız yok tabii bizim.”

Peki ya resimle ilişkisi? “Günde en az 10 saat çalışırım, ama atölyeden çıktığım an benim için biter. Edebiyatla, müzikle, tiyatroyla ilgilenirim. Bir de spor çok önemlidir benim için. Askeri milli takımda senelerce futbol oynadım, Gençlerbirliği’nin kaptanlığını yaptım, iki defa Türkiye, beş defa Ankara şampiyonu oldum. Hala çok ilgiliyim futbolla, sporla. Finlandiya’da kayak şampiyonası varsa skorları bilirim, New York’ta basket maçı oynanıyorsa, sorun, sonucu söyleyeyim.”

Gülenay Börekçi

burhan dogancay egoistokur gulenay borekci 1

Sizin için yaşayan en pahalı Türk ressam deniyor. Bunun bir övgü olduğunu biliyorum ama sıkıcı bir yanı da yok mu sizin için?

Benim için çok büyük bir zevk bunu işitmek, büyük bir onur. Arkasında koca bir 50 yıl var. İnsanüstü denecek kadar çok çalıştım bunun için, sırasında kirayı ödeyemediğim aylar, ekmek alamadığım günler oldu, 15 sentim çıkışmadığı için metroya binemedim. Çok geç geldi diyorum bazen, sonra her şeyin en uygun zamanda gerçekleştiğini fark ediyorum. Everest’in tepesine iki şekilde çıkılır, ya helikopterle, ya tırmanarak… Ben tırmandım, zor ama sağlam oldu. Türkiye’nin en pahalı ressamı diye nitelenmenin sıkıcı bir yanı varsa eğer; şu olabilir: Artık her şeyi parayla ölçmeye başladığımızın bir göstergesi bu.

Bir resmin değeri neye göre belirlenir?

Dünyada iki büyük müzayede salonu vardır, Sotheby’s ile Christie’s… Oralarda yapılan gece müzayedeleri çok önemlidir. Bir resme bu müzayedelerde ödenen fiyat öyle belirleyicidir ki, ondan sonra o resmin tüm dünyada fiyatı o olur. Mesela dünyanın en pahalı resmi şu anda Picasso’nun bir tablosu, 104 milyon 600 bin dolara satıldı. Ama başka herhangi bir galeride bir resme diyelim ki 1 milyon dolar ödense, hiçbir kıymeti olmaz. Ne kayıtlara geçer, ne lafı edilir.

Peki koleksiyoncu bir resme ödediği parayı neye göre belirliyor?

Ressamın geçmişte yaptıkları, bugünkü işleri ve gelecekler yapabilecekleri düşünülerek ödenir para.

Peki en pahalı resim olması bir resmi sanatsal olarak da değerli kılar mı?

Şahsi değerlendirmelerle işin içinden çıkamazsınız. Şu duvardaki tabloya biri gelir bakar ve “Şaheser” der; siz bakarsınız, “Bu da ne böyle, beş yaşındaki oğlum yapar” dersiniz. Sanatçılar ve koleksiyoncular tarafından Giotto’dan beri, yüzyıllarca tartışılmış bir konudur aslında. Sanatta kesin ölçütler yoktur. Bir atletin başarısının ölçütü tartışılmaz, şu kadar mesafeyi, şu kadar sürede koşar ve birinci gelirse, tartışılacak bir şey olmaz. Sonucu kronometre belirler. Tenis’te de öyle, Federer’i kim yenerse 1 numara o olur. Futbolda da kimin kazandığı atılan gol sayısına göre hesaplanır. Sanatta, hele resimde ise ölçütler belirsiz, bulanık… O yüzden değerinin neyle ölçüleceğini çok uzun süre keşfedememiş, sonunda da en pahalı resim en iyi resimdir kararını vermişler. Picasso’nun şarlatan olduğunu söyleyenler de var ama bana göre dört-beş yüzyılda bir gelecek türden bir ressamdır, yani en pahalı ressam olması hiç boşuna değil. Raphaello’lar ya da Leonardo da Vinci’lerin fiyatı ise tahmin bile edilemiyor.

Bizde bu konuda bir farkındalık oluştu mu?

Dünyanın en çok Ferrari satılan memleketinde yaşıyoruz, lükse karşı büyük tutkumuz var. Ama resmin kıymetinin farkında değiliz, bu yüzden henüz birinci lige çıkamadık. Dışarıdaki resim fiyatlarıyla bizdekileri kıyasladığınızda nal topluyoruz. İranlılar bizden çok daha ileri, Kuzey Afrikalılar öyle. Yunanistan’da beş tane dünya çapında koleksiyoncu var, bizdeyse henüz yok. Gerçi bazı genç koleksiyoncular en kar getiren yatırımın resme yapılan yatırım olduğunu artık fark ettiler. Petrol fiyatları artarken, dolar artarken, faizler düşerken başka nereye yatıracaksınız paranızı?

Bu pahalılık meselesini bir yana bırakırsak, siz sokağı seviyorsunuz. Duvarlardan oluşan serinizde film afişleri, ucuz tişörtler, futbol takımı posterleri, grafittiler, gazete kupürleri, Jennifer Lopez ve taklit Mona Lisa var. Sokakla ilişkinizi anlatır mısınız?

Benim ilham kaynağım duvarlar. Duvarlar inanılmaz güzel, soyut sanat eserleridir. Berlin Duvarı’nı filan kastederek “insanı insandan ayırmak için yapıldı” diye bir görüş de geliştirdiler ama aslında insanoğlu duvarları kendisini dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak için yaptı. Duvarı insan yapar ama tabiat işler. Soğuk, güneş, rüzgar, her şey yapısını değiştirir, onu güzelleştirir. Sonra üzerine yazı yazılır duvarların, resim çizilir. Ufak bir çocuğa kağıt kalem verip resim yapmasını isteyin, bir süre sonra kağıdı bırakıp duvarı boyamaya başlayacaktır.

Küçükken hepimizin yaptığı gibi…

Neden, biliyor musunuz? Duvar en mükemmel iletişim aracıdır ve çocuk bunu sezgisel olarak bilir. İnsanlar kendi fikirlerini serbestçe ifade edebilecek bir zemin bulamazlarsa, duvara koşarlar. Genlerimizde var; ilk resimler mağara duvarlarına yapılıyordu. Çiğ et yiyen ve dişleri döküldüğünde, diyelim ki 19 yaşında ölen taş devri insanları tüm cehaletlerine rağmen korkunç güzel mağara resimleri yapabiliyordu. Boyaya ihtiyaçları yoktu. Duvarlar toplumun aynasıdır. Nişantaşı’nda duvar yazısına rastlamazsınız,demek ki orada oturanların fikirlerini duvarlara yazarak ifade etmeye ihtiyacı yok. Dolapdere’de ise tam aksi. 70’lerde bu şehrin duvarlarında bir santimetrekare boş yer bulamazdınız. Ben dünyanın neredeyse bütün ülkelerine giderek 30 bin duvar çektim. Bunun için bankadan kredi aldığım oldu. 1960’lardan beri yaptığımı düşünürseniz, yakın tarihin bir özeti var elimde. Duvarlarda ait oldukları toplumun herşeyini görüyorsunuz; hislerini, arzularını, istedikleri şeyleri, yaptıklarını, yapamadıklarını… Ekonomik durumlarını, sosyal ve politik hayatlarını, başlarındaki dertleri… Mesela diktatörlükle ya da askeri rejimle yönetilen memleketlerde duvarlar bomboş, tertemizdir. Demokrasinin kendini hissettirdiği ülkelerde, mesela Fransa’da Belçika’da ise duvarlar rengarenktir, özgürdür, harikadır. Doğal bir sergi alanı gibidir.

Neler gördünüz duvarlarda?

Rio’da hükümeti öven sloganlar haricinde bir tek duvar yazısı bulamamıştım. Tabii ghetto’lara gittiğinizde durum değişirdi, ama oralar da çok tehlikeliydi. Polis olup olmadığımı merak ediyorlardı, “ikna edebilirsem ne ala, edemezsem yandım” vaziyeti. Arjantin’de saldırıya uğradım, burnuma kloroform dayayıp Nikon’larımı çaldılar. Başka bir Güney Amerika ülkesinde bıçaklandım. Beni büyüleyen şeylerden biri de şu: Bazen Türkiye’deki duvarlarda yeni bir şey yaygınlaşıyor, sözgelişi sekse dair müstehcen bir çizim. Sonra Meksika’ya gittiğinizde de görüyorsunuz o çizimi. Demek ki diyorsunuz, bazı şeyler dünyanın her yerinde aynı.

En çok gördüğünüz şekil ne?

Kalp tabii ki. Bazı ülkelerde içine isimlerin baş harfleri kazınıyor, bazılarında ortasından ok çıkıyor, bazılarında kan damlıyor… Sonra sulh işareti ve Che resimleri var. Kimsenin resmi Che kadar çok çizilmemiştir duvarlara.

Gülenay Börekçi, Habertürk

Subscribe
Notify of

3 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
11 years ago

Merhaba, yazı puntosunu biraz daha büyütseniz keşke, daha okunabilir bir hale gelecektir diye düşünüyorum

11 years ago

çok değerli bir sanatçı ve insandı. Çok güzel bir yazı olmuş. Elinize sağlık.

Huzur içinde yat, büyük insan.