Egoist okur

Hüzünle hatırlıyoruz: HALİL İNALCIK

Yıllar önceydi, İstanbul tarihine çok acı bir kayıt düşülmüş, Haydarpaşa Garı bombalanmıştı. Ölü sayısının bini aştığı söyleniyordu. İşte o facia günün ertesinde, tarihin akışını değiştirecek bir hadise daha gerçekleşti. Günün birinde Osmanlı’yı merak ederek, araştırarak, inceleyerek ve çözerek efsaneleşecek bir karakter, Halil İnalcık dünyaya geldi.

Arkadaşım Emine Çaykara bu kez dün kaybettiğimiz Halil İnalcık’ı yazdı. Osmanlı’yı çözerek efsaneleşen büyük tarihçimizi…

Gülenay Börekçi

halil inalcik emine caykara egoistokur 1

Emine Çaykara’nın kaleminden Halil İnalcık

Hikâyemiz başlıyor…

Bazı hikâyeler İstanbul’da başlar, bambaşka şehirlerde devam eder. Bazıları da tam tersi. Ne var ki dikkat edin, yolu buradan geçmiş, bu şehirde gözünü açmışlar nereye giderlerse gitsinler İstanbul’u ruhlarında taşır ve hep ona geri dönmek isterler. Karmaşanın içinde mistik bir bütünlüğün şehridir İstanbul. Sizi kendisine bağlayan bu garip, büyülü ruh, minareler, kubbeler, camiler, kiliseler, havralarla yıkanmıştır. Her şey burada farklı yaşanmış, mistisizmle gerçeklik kolkola vermiş, neredeyse tüm sesler, kokular, renkler yüzlerce yıl bu sokaklarda dolaşmıştır. Geriye nasıl bir rayiha bıraktılarsa geleni vuran, gidenin de yanında götürdüğü sihirli bir karışımdır bu. Hele, bir de bu imparatorluk başkentinin yüzyılını yaşamış, işgal dönemini, cumhuriyet coşkusunu görmüş, surlarından kapılarından geçmiş, Boğaziçi’nde hayal kurmuş, sırlarına vakıf olmuşsanız…

– Ne istersiniz? Gelirken size ne getireyim?

– İstanbul’u getirin bana, onu istiyorum…

Ankara gezisi öncesi geçen yıl telefondaki soruma bu cevabı almıştım sevgili Halil İnalcık’tan. İstanbul’a iki yıldır sağlık sorunları nedeniyle gelememekten muzdarip ama onu yazmayı sürdüren (bütün bibliyografyasını sıralamama imkan yok burada ama şimdi bir Fatih ve İstanbul kitabı hazırladığını not düşeyim) İnalcık, böyledir işte; hem şaşırtır hem güldürür insanı. Özlemini bildiğim için hüzünlenmiştim ama o gülmüştü cümlesinin sonunda. Biraz buruk telefonu kapattıktan sonra düşündüm: Hayatın zorluklarına katlanmanın, ona kafa tutmanın yollarından biri yaratıcılığınızla direnmekse diğeri de muzip zekanızı her daim yaşatmak değil miydi?

halil inalcik emine caykara egoistokur

 Yıl 1942. Şevkiye Işıl ve Halil İnalcık nişanlanıyor. Şevkiye Işıl’ın ailesiyle hatıra pozu.

Bir İstanbul âşığı ve tarihçisi

Osmanlı tarihiyle ilgili hemen her konuda eser veren, ömrünü arşivlerde tüketen İnalcık, herkes bilmez belki ama, bir İstanbul âşığı ve tarihçisidir de. İstanbul’la ilgili ilk yazısını 1953’te yazmış, sonra onun sırlarını sayfa sayfa bize okutmaya çalışmıştır. Bu derin sevdanın kökleri öncelikle Eyüp, Kızıltoprak, Kalamış ve Boğaziçi’ne demir atmış, sonra kalelerden ara sokaklara, sultanların sofralarından ayaklanmalara, göçmenlerin yaşantısından şairlerin dizelerine, Kanuni’den Hurrem’e, fetihlerden günlük yaşama hemen her yeri, neredeyse bu şehirdeki her ruhu ziyaret etmiştir. Yazdığı makaleler, kitaplar sadece Osmanlı’yı değil İstanbul’u da bize olanca gerçekliğiyle ortaya sermiş ve abartısız, ‘geçmiş nasıl okunur’u tüm dünyaya öğretmiştir.

Bilkent Üniversitesi’nde, kitapları, öğrencileri, günlük düzeni ve yardımcılarıyla Ankara’ya elbette alışmış ve sevmiştir. Ama İstanbul aşksa, Ankara sığınaktır onun için. Peki bu aşkı hangi sahneler dokumuştur?

halil inalcik emine caykara egoistokur 2

Birkaç aile fotoğrafı… Baba, kardeşler, anne…

Bugün var olmayan bir cennette geliyor dünyaya

Kızıltoprak’ta istasyona yakın, tren yolunun hemen altında bir köşk. Yanında bir köşk daha var, ik kız kardeş için babaları yaptırmış. Kalabalık bir aile, cıvıl cıvıl bir yaşam. Parantez açıp İnalcık gibi yapalım ve yer adından biraz daha geriye gidelim. Toprağı kızıl renkte olduğu için Kızıltoprak deniyor buraya. Bir karakter, Divrikli Ali çıkıyor karşımızda; 18. yüzyıl sonunda burada bir ocak kuruyor bu genç adam. Oysa belgelere göre Divriği’den İstanbul’a yoğun göçün tarihi 19. yüzyıl; demek daha önce gelenlerden.

Köşkteyiz. Burada İnalcık’ın anneannesi olan Haminne’nin sözü geçiyor, otoriter bir kadın. Adı Hatice. Hatice Hanım Köşkü bugün yok, yanındaki Cemile Hanım Köşkü ise bir otomobil firmasının. Ama o zamanlar dört fıstık çamı, bostanı, kuyusu olan bir cennette doğuyor İnalcık. Anneannenin babası, Eyüp Nakşibendi tekkesinin tanınmış şeyhlerinden Şeyh Murad. Dedesi genç deniz subayı Seyit Mehmet Efendi’yi de Eyüp’te tekkeye gelişlerinde görüp huyunu, ahlakını beğeniyor ve kızı Hatice’yle evlendiriyor.

halil inalcik emine caykara egoistokur 3

6 Eylül 1917 Haydarpaşa yangınından. Halil İnalcık’ın doğduğu gün şehirde yaşanan facia acaba bize ne söylüyordu?

Anneden miras derin bir hüzün

7 Eylül 1917’de dünyaya gözlerini açtığı yerde büyürken bir yandan da Papaz’ın Bahçesi’ni, mesireleri, edep erkan diyarı İstanbul masalını kayda başlıyor. Bir dram var ailede ama o sonra öğrenecek. Haminne, babasını önce İnalcık’ın teyzesiyle nişanlıyor ama teyzesi Kalamış’ta bir sandal gezisinde (karşısında babası) denizin çalkantısına yenik düşüp boğulunca sahne donuyor. Annesi Bahriye üzüntülü, Boğaziçi’ne hava değişimine yollanıyor ve hiç istemeyerek, kalbinde kızkardeşinin acısı, babasıyla evlendiriliyor. Çaresi yok, annesinin ömrü boyunca taşıyacağı bu hüznü o da hiç unutmayacak.

Köşkteki yaşamın ardından Aksaray ve Tepebaşı’ndaki sokaklar, evler, oyunlar, babası Osman Nuri Bey’le gittiği müzeler İstanbul aşkının bahçesinde birer birer işleniyor. Surlara kaçıyor, şadırvanlardan su içiyor, Ramazan gecelerinde Karagöz’ü izliyor. Her hareketini kontrol eden, yemeğini üstüne dökmesine, yollarda çamurlara basmasına sinirlenen, kendi deyişiyle onu lord gibi yetiştiren babasıyla Osmanlı İstanbul’unda dolaşıyor. Halife Abdülmecid’in Cuma selamlığına gidiyor, cami ziyaretleri yapıyor, Yuşa tepesinde, bugün yerinde yeller esen Hünkar Suyu olmak üzere İstanbul’un mesire yerlerinde bu güzel şehrin tadını çıkarıyorlar ailece.

Osmanlı’yı çözerek efsaneleşecek bir karakter

Hayallerinin, arzularının, edebiyata, şiire merakının menşei bu yıllar… Eros okunu atıyor ve İstanbul ile tarih kalbine damgasını basıyor. Birlikte yaptığımız uzun söyleyşiden oluşan “Tarihçilerin Kutbu’nda gözleri parlayarak anlattığı gibi yeniçerilere ilk ilgisi de o yaştan: “O zaman Aya İrini askeri müzeydi, orada manken yeniçeriler vardı; palalı yeniçeriler hâlâ hayalimde. İlk tarih merakım da orada başladı ve yeniçerileri hep öyle palalı düşündüm.” Şanslıymış, bizim palalılarımız manken değildi!

Aslında o doğduğunda İstanbul tarihine çok acı bir kayıt düşülmüştür. Haydarpaşa Garı bombalanmıştır, ölü sayısının (bini aştığı söylenir) zamanın koşullarında ne yazık ki tam bilinemediği o facia günün ertesi tarihin akışını değiştirecek, Osmanlı’yı çözerek efsaneleşecek bir karakter olarak dünyaya gelir.

Tarihçilerin Kutbu’nun söyleşileri esnasında annesinin ‘Sen doğduğunda İngilizler Haydarpaşa Garı’nı bombalıyorlardı’ cümlesinden hareketle, yani gayet basit bir tarihi izle ona şunu derim: ‘Bombalamanın ertesi günü doğmuşsunuz. O zaman sizin doğum tarihiniz 7 Eylül 1917’. Bu bilgiye çocuklar gibi sevinir, çünkü yıllarca 26 Mayıs’ta kutlamıştır doğum gününü.

Edebiyat, şiir, tarih, İstanbul’la kendini inşa etmeye çalışırken genç İnalcık, Fransız şair Alfred de Musset’nin La nuit de Mai (Mayıs Gecesi) şiirinden o kadar etkilemiştir ki 26 Mayıs’ta doğmak istemiştir. 19. yüzyılda yazılmış, şairle ilham perisinin arasında geçen konuşmayı anlatan; dramatik, metaforlarla, hayatın incelikleriyle yüklü bu şiirin geçtiği ayı almış, 26 eklemiş, nüfusta İstanbul’un yanına not düşülmüştür. Kur’an’ın arkasına düşülen doğum tarihi kaybolmuştur zaten, hem Mayıs sonu romantiktir, hüzünlüdür, hem de baharın başlangıcı, çiçeklerin, meyvelerin uyanışı, yeniden doğuşudur.

Böylece on yıldır baharı görüp Tanrı’ya şükrederek bahar şarkısını söylediği Mayıs ayının 26’sında ve 7 Eylül’de doğum gününü kutlarız.

halil inalcik egoistokur emine caykara 11

“Mutluluğumuz bozulmuyor, yıllar hâlâ bizim, kârdayız.”

Çin lokantasında eğlenceli hediyeler

Evet, İstanbul’u ona götüremem ama 7 Eylül’deki büyük davetine gitmeden önce muzip, hoşuna gideceğini düşündüğüm hediyeler hazırlıyorum. Bir çerçevede mizah, bir diğerinde bana iyi gelen, ona da iyi geleceğinden emin olduğum, sevdiğim fotoğraflar. Birinin paketini kelebeklerle süslüyorum.

Güzel, sıcak, mutlu bir günde 7 Eylül’de Ankara’dayım. 80 kişinin katılacağı bu davet özel bir önem de taşıyor. Mühim bir ayrıntıyla, doğum tarihiyle ilgili hayatını yazdığım kitabında bir tashih meselemiz var. Konuşmasını o gece yapacağım, isteği üzerine.

Özlem Kumrular ile birlikte onu evinden almaya gittiğimizde (öğle yemeği için Çin Lokantası’na davet ediyor) eğlenceli ilk hediyemi veriyorum. Bir çerçeve içinden ‘Yaşlılık, herkesten çok daha uzun süre genç olmaktır; hepsi bu’ diyor komik karakter. Ağrılarından dertli, yaşlılığın büyük bir trajedi olduğunu söyleyen İnalcık’ı güldürmeyi başarıyorum. Akşam doğum günü masasına koyalım’ diyor. Öyle yapacağız. Çerçeve, tabağının önünde yerini alacak.

‘Niyetimi yedim, şansımı yeniden deneyebilir miyim?’

Halil Bey, tarihin derinliklerinde ne kadar gezinirse gezinsin, yaşasın, bu dünyaya bağlıdır; sosyoloji de felsefe de, sanat da, sinema da, lokantalar da, siyaset de herşey ilgi alanındadır. Lokantada menüye bakarken bize garip gelen yiyecek tanımlamalarıyla (deniz yosunu içinde filanca vb.) çocuklar gibi şeniz. Başı o çekiyor. Yemeğin sonunda ahşap bir çanakta kızartılmış yufkalar geliyor, ikramı ağzıma atmamla ve çiğnememle birlikte bir tuhaflık olduğunu anlıyorum. Bir bakıyorum ki Özlem ve Halil Bey karşımda, onlara çıkan niyetleri okuyor, bense niyetimi çiğneme derdine düşmüşüm. Unutamayacağım bir diğer kayıt. Onlar sohbete devam ederken garsonu çağırıyorum ve diyorum ki ‘Niyetimi yedim, yeniden şansımı denemek istiyorum’. Halil Bey’e, garsona, niyetimi yediğimi, yenisini rica ettiğimi söyleyince… Bu defa gözlerimizden yaş gelerek gülüyoruz. Niyetimi okumamı istiyor: ‘Sevgiyi kaybettim dediğin bir anda daha büyük bir sevgi seni karşılayacak.’

Akşam davetinde, otelin kapısında ‘Prof. Halil İnalcık 98. Yaş Günü’ okunu takip ediyoruz. İçeride bir 97 rakamı da dönüyor. Suskunum, bir sürprizim var. Sekreteri Birsen’in (Çınar) hazırladığı bu güzel davette önce kısa bir film izliyoruz; İnalcık yaşam öyküsü. Hoca konuşmasından sonra beni davet ediyor ve doğum tarihiyle ilgili açıklamada bulunacağımı söylüyor. Her zamanki nezaketiyle ve övgüyle… Kitabımızdaki önemli hatayı açıklıyorum. Tarih içindeki derin yolculuğumda, editörlerin de gözünden kaçmasıyla, doğum tarihini 1916 olarak yazmışım. Derya Tulga’nın uyarısıyla yeni baskıda düzelecek bu önemli ayrıntıyı, Haydarpaşa’nın bombalanma tarihini ve tashihin kaynağını aktarıyorum. Bir karar daha vermişim. Annemin yıllardır aile içinde tartışma konusu olan doğar doğmaz 1 yaşında olamayacağımız tezinden yola çıkarak onun aslında 95 yaşında olduğunu açıklıyorum. Başta hoca, herkes şaşırıyor. Çok mutlu oluyor. Sanırım herkesi inandırıyorum. Yıllar ileri değil geri gidiyor, düşünsenize…

Hepimiz mutluyuz ama yine de… Matematiğiniz çocukken zayıfsa hiç şüpheniz olmasın ileride düzelmiyor. İnalcık Enstitüsü Genel Sekreteri Hasan Soygüzel beni uyarıyor, ‘Yanlış hesapladın, 96 yaşında hocamız’, diyor. İnatlaşıyorum, yaz göreceksin, diyorum. Ertesi gün, elinde bir kağıt, gece tek tek kağıda yılları yazmış halde geliyor. Özlem, inceleyerek içinden çıkmaya çalışıyor. Ben sabah konuya takıp parmak hesabıyla içinden çıkmışım, evet, hocamız 96 yaşında.

Mutluluğumuz bozulmuyor, yıllar hâlâ bizim, kârdayız.

Bir kahramanın ölümsüzlüğe adım attığı an

Ertesi gün Ankara Kalesi’nde geleneksel Kınacızade Konağı buluşmasındayız. Kıvırcık Usta ve oğlu Fuat Ülger’in davetlisi olarak şahane sohbet ve yemek eşliğinde son saatler. Hocanın eşyaları, kitapları, şiirleri, mini müze Halil İnalcık Odası ziyareti (gittiğinizde mutlaka orada, o havayı soluyun). Garip bir diyardır burası, ülkeniz için ömrünüzü verir, tarihinizi yeniden yazarak dünyaya kendinizi kabul ettirirsiniz de doğduğunuz, sizi siz yapan şehirde, İstanbul’da adınızı taşıyan bir enstitü, akademi kurmayı akıl bile etmezler ve Ankara’da tarihi yaşatmaya çalışan bir usta size konağının bir odasını ayırır ve müzeniz olur. Bireysel değer bilmelerle sevinirsiniz.

Evet, ayrılma vakti. Veda. Hüzün. Mutluluk. İstanbul özlemi. Planlar. Hayaller. Gerçekler. Yine de hayaller.

Bu yazıyı yazarken kendi kendime Tarihçilerin Kutbu’nun ikinci cildinde Halil İnacık için Musset’nin şiirini çevireceğime söz veriyorum. Onun sayesinde keşfedip bulduğum bütün kitaplarını büyük bir zevkle okuduğum İngiliz yazar Somerset Maugham, “Ay ve Altı Peni” kitabının 7. sayfasında şöyle der:

‘Efsane olmak, sıradan hayata karşı duygusal bir protestodur. Yarattığı efsanevi olaylar, bir kahramanın ölümsüzlüğe attığı en kesin adımdır.’ (Çeviren: Ebru Güner)

İyi ki varsınız hocam. Sizi çok seviyoruz.

Emine Çaykara

Not: Doğum günü fotoğrafları için Özlem Kumrular, Hasan Soygüzel ve Teyfur Erdoğdu’ya teşekkür ederim.

Subscribe
Notify of

3 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Sıddık S. Altunbaş
9 years ago

Ne güzel! Vefa duygusu bu topraklarda varlığını devam ettirdikçe geleceğe umutla, iyimserlikle bakmamız daha da mümkün ve kolay olacaktır.
Onlar ki bizim hocalarımız, büyüklerimiz, yaşayan hazinelerimiz.. Sadece “hazine” olmakla kalmayıp eserleriyle nesiller boyu aramızda yaşayacak değerler üreten değerlerimiz.
İnalcık Hoca’nın bu mutlu gününü sanki oradaymışızcasına bize aktaran, yenebilecek kadar halis niyetli insana(!) teşekkürler..

[…] Prof. Dr. Halil İnalcık, Özel Fotoğraflarla: İyi Ki Doğdunuz Halil İnalcık, Türk-İslam-Osmanlı Şehirciliği ve Halil İnalcık’ın […]