Göktuğ Canbaba: “Sevdiğin insanın cini mutlu mu, hiç sordun mu?”
Posted by gülenay börekçi on April 21, 2013 · 1 Comment
Acayip isimli bir roman: İşeyen Atmaca. Yayın yönetmenliğini Altay Öktem’in yaptığı Marjinal Kitaplar’dan çıktı. Yazarı fotoğrafçı, seyyah ve maceracı Göktuğ Canbaba. Amerika’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında geçen bir hikaye anlatıyor. Okurken güneş tam tepemize vuruyormuş hissine kapılıyor insan. Karakterleri arasında Jane, Gülümseyen Baykuş ve Marilyn Monroe ve bilumum başka tuhaf insan var. Bir de tabii ilerleyen sayfalarda İşeyen Atmaca adını seçecek olan Jack.
Peki yazar; o nasıl anlatıyor kitabını? Sormak lazımdı, sordum.
“Sevdiğin insanın cini mutlu mu, hiç sordun mu?”
Yazar olarak kurduğun evrende şakacı biri olarak çıkıyorsun okur karşısına. Tuhaf ve farklı bir mizah anlayışın var. Roman boyunca ciddi görünerek yaptığın şakalar bir yana finalde bile arka arkaya bir sürü şakayla kafamızı karıştırıyorsun. Bundan Kozmik Şakacı’yla aranın iyi olduğu, bazı bakımlardan ona benzediğin anlamını çıkarabilir miyim?
Evet aslına bakarsan bu romanda ben de biraz Kozmik Şakacı havasına bürünüyorum. Romanın genelinde böyle bir yön var zaten; okuyucuyla sohbet havasındayım ve onlara zaman zaman ufak şakalar yapıyorum ama bunlar Kozmik Şakacı’nın hayatlarımızı altüst ettiği yüksek ölçekli depremlerle kıyaslanacak şiddette değil tabii ki. Kozmik Şakacı’ya dost olamazsınız, sadece onun gibi olmaya çalışıp onu kendinizden uzak tutabilirsiniz. Bu onu hayatımıza sokmamak için yapılacak en mantıklı hamlelerden biri.
Kozmik Şakacı demişken, onun şakalarına sen de maruz kaldın mı? Kozmik Şakacı’nın hayat batırabilen şakalarıyla baş edebilmenin yolu nedir sence?
Kozmik Şakacı bir şekilde sizi fark ettiyse o zaman yapılacak çok da bir şey yok demektir. Hayatınızda derin bir çukur açıldıysa, açık dövüşüyorsanız ve darbeleri karşılama konusunda beceriksizseniz Kozmik Şakacı bunları fark eder ve üzerinize gelmeye başlar. Bazen de sadece “seçilmiş kişi”sinizdir ne yazık ki. Kendi stiliyle hayatınızın içine sıçar. Tarz sahibi olduğunu söylemeliyim. Dışardan bakıldığında komiktir ve izleyeni güldürür ama şakanın kahramanı olan kaybeden için durum bundan biraz daha acıdır kuşkusuz. Kozmik Şakacı beni en son seyahatimde sıkça ziyaret etti. Hindistan’da ne işi vardı bilmiyorum ama ülkeye girişimden çıkışıma kadar yanımdan ayrılmadı. Bozulan fotoğraf makinemden uçağı kaçırışıma, ülkeye bin bir zorlukla girişimden yine bin bir zorlukla çıkışıma kadar her an bana eşlik etti. Uzun bir zaman onu görmemeyi diliyorum şu an.
“Şehvet cinleri topraktan çıktı”
Peki ya şehvet cinleri? Onlar etrafımızda bu kadar iş karıştırıyor mu gerçekten?
Aldatmalar ve aldatılmalar, terk etmeler ve terk edilmeler işte bunların kaynağı arsız şehvet cinleri. Romanda da yazdığım gibi belki de suçlu İsa. Sonuçta Pan’ı öldüren o değil mi? Pan öldükten sonra toprakananın üzerine tonlarca meni saçıldı. Bu meniler usul usul toprak ananın rahmine ilerlediler ve yüz yıllar sonra nihayet o tılsımlı birliktelik gerçekleşti. Şehvet cinleri topraktan çıktılar ve o günden sonra çok az kişi birbirine sadık kalabildi! Bu cinler uzun senelerdir “modern insan”dan işte böyle intikam almaya çalışıyor.
Bütün ruhsal problemlerimizin kökeninde cinsellikle ilgili bastırdıklarımızın olduğunu söyleyen Freud’du. Senin şehvet cinlerin de onu doğrular gibi. Cinimi gereğinden fazla hapsedersem karşıma bir yığın ölümcül sorun çıkar ama tamamen özgür bırakırsam da ipler artık onun eline geçer… Ne karışıklık! Senin evreninde dengeyi sağlamak için ne yapması gerek insanın?
Eğer aşkı bulduğuna inanıyorsan ve onu kaybetmemen gerektiğini hissediyorsan cinin de yavaş yavaş dünya sahnesinden silinmek üzeredir diyebilirim. Bu senin elinde olan bir şey değil aslında. Ortada aşk varsa cinlerin eli kolu bağlanır. Kadınların cinleri zayıflamaya başlar, vücutları kuru bir dalla yarışır hale gelir. Erkeklerinki ise sağda solda buldukları ayaklara sarılıp şuursuzca tırnakları kemirmeye verirler kendilerini. Şişmanlarlar ve sonunda çatlayıp ölürler. Burada dikkat edilmesi gereken nokta belki de sevdiğin insanın cininin keyfinin nasıl olduğudur. Çünkü o senin cininin olduğu gibi boşlukta değilse o zaman hayatında her an havai fişekler patlayabilir. Ve o fişekler bir kere patladı mı bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Fişekler birbirini tetikler ve sonunda yüzlerce fişeğin olduğu fabrika havaya uçar, her şey biter ve yeniden başlar.
Romandaki kişilerden biri de Marilyn Monroe. Yani aslında gerçek adı başka ama Jack onu öyle gördüğü için o bizim için de artık Marilyn oluyor. Romana nasıl girdi MM?
MM’nin bir yere ait güzellik simgesinden öte bir imajı var. Dünyanın genelinde belki de onun ismini bilmeyen pek az insan vardır. Romanda Jack’i kendine getirecek, havai fişeklerin olduğu fabrikasını patlatacak biri gerekiyordu. Doğaçlama bir halde yazarken karşıma sarışın bir kadın figürü çıktı. Aklıma ilk gelen isim MM’ydi. MM güzel miydi, gerçekten 6 parmağı var mıydı yoksa 3 bacaklı mıydı bunları pek düşünmedim. Önemli olan ismiydi. İşte o an o bölümün de ismi belli oldu. “Marilyn Monroe ile yatarsan Kennedy’den yumruğu yersin!”
“Jack, İşeyen Atmaca adını seçtiği gün kabuk değiştirdi”
İsimler kaderimizi etkiler mi sence? Kahramanın Jack’in bir gece viskiyi kafaya dikerken boş bulunup kendine İşeyen Atmaca demesi onun kaderini etkiledi mi mesela?
İsimlerin onu taşıyanın üzerinde tılsımlı bir etkisinin olduğuna inanıyorum. Her ismin, vurgusuyla, söyleniş tarzıyla taşıdığı anlamla bir gücü var ve bu yıllar geçtikçe o ismi taşıyanı da etkisi altına alıyor bence. Sonunda ismin kendisine dönüşüyoruz bir şekilde. İşeyen Atmaca’nın, ismini aldığı günü Jack’in bir şekilde doğduğu gün olarak da düşünebiliriz aslında. O isimle form değiştirdi, kabuklarından kurtuldu ve yeni bir gerçeklik kazandı.
Yolculuk boyunca bir sürü kişiyle karşılaşıyor Jack ama onu en çok şaşırtan başkaları değil, bizzat kendisi oluyor? Bununla bize söylemek istediğin bir şey var mı? Kendimize karşı hep tetikte mi olalım?
Evren göz kapaklarımızın arasında. Gördüğümüz şeyler bir şekilde kendi yarattığımız gerçekliğin ürünü. Herkesin gerçeği ayrı. Herkesin evreni birbirinden farklı. Dolayısıyla sizi şaşırtması için Kozmik Şakacı’yı ya da şehvet cinlerini falan beklemenize gerek yok demek istiyorum.
“Dünü sırt çantana koyup yarın için otostop çekmeyi arzulamak” diyorsun, bundan bahseder misin? Romanda bahsedilen kişisel temizlikle alakalı bir şey mi bu?
Olduğun yerde kalmamak, hareket etmek. Hem kafanın içinde hem de yolda ilerlemek ya da sadece yolda veya sadece kafanın içinde… Ama bir şekilde ilerlemekten bahsediyorum.
Sen de çok gezmişsin. Nerelere gittin ve gittiğin yerler buradan gerçekten farklı mıydı? Hayat her yerde aynı derecede kusurlu mu?
Avrupa’da birkaç ülkeye gittim. Geçtiğimiz senelerde Tayland ve Nepal’e uzun soluklu bi seyahate çıktım. Son olarak 2 ay önce Hindistan’daydım. 1 ay kaldım ve döndüm. Her boktan ülkede aşk aynı şekilde yaşanıyor. Aynı kavgaları verip aynı yöntemlerle ölüyoruz. Öldürmek için farklı sebeplerimiz yok. Farklı şekilde dua edip aynı tanrıya inanıyoruz. Aynı tanrı için eşit sıcaklıktaki kanları dökmekten kendimizi alamıyoruz. Evet hayatı kusurlu hale dönüştürmüşüz ve ülkeler, sistemler, toprak ananın göğsüne çaktığımız o “muhteşem” gökdelenler bunları değiştiremiyor ne yazık ki.
“Aptal olmayı bir kenara bırakan insanın gelecek yürüyüşü”
Hemen her satırda hayatı, dünyanın düzenini sıkı bir dille eleştiriyorsun. Kusursuz bir dünya düzeni nasıl olurdu, neye benzerdi sence?
Hayalimdeki düzende, sonsuz bir uyum var. Bu bir düzenden çok huzurlu bir uyku gibi. Hayvanlar, insanlar ve doğanın sonsuz uyumu. Aptal olmayı bir kenara bırakan gelecek insanının yürüyüşü. Sessiz bir şekilde dönen dünyanın içinde yaşayan canlıların huzurlu birlikteliği… Ashes and Snow diye bir film vardır. Oradaki uyum bana hep hayalimdeki geleceği çağrıştırmıştır aslında.
Okura oynadığın oyunlardan, yaptığın şakalardan bahsetmiştim. Bazen isteklerde bulunuyorsun okurdan, bazen de ona kızıyor, azarlıyorsun. bazen de onunla sürekli bir iletişim halinde olduğunu vurguluyorsun. “Hoşunuza gitmezse bunu bana söyleyin, buradan duyarım” gibisinden bir şey bile söylüyorsun bir yerde. Okurla ilişkin yazarken ne kadar önemli senin için?
Bu romanın tarzı dolayısıyla oldukça önemliydi okurla olan iletişimim. Sanki okur karşımdaymış gibi yazmaya çalıştım. Onlarla konuştum. Bazen kızdım bazen dalga geçtim bazen de birlikte güldük eğlendik. Hatta bazı zamanlarda bana sinirlendiklerini bile gördüm. Doğal, içten bir anlatım oldu, Bu aslında Jack’in tarzıydı, hepsi bu…
Romanınla ilgili aldığın en heyecan verici yorum ne oldu?
Geçtiğimiz günlerde bir çift mesaj attı. Yirmilerinin sonlarındalar. Romanı çok sevmişler. Uyumadan önce altını çizdikleri yerleri okuyorlarmış birbirlerine falan. Şöyle yazmışlar: “Jack’in ilerlediği yoldan gitmemek için bir neden yok Canbaba. Biletler alındı. Amerika’da eski bir mustang bulacağımızı düşünüyorum. İşeyen Atmaca’nın yolunu izleyeceğiz Temmuz geldiğinde. Kim bilir belki de onu görüp ona senden bir selam bile söyleriz!” Deliler! Jack’in gittiği yerlerden gidip uzun bir yolculuğa çıkacaklarmış. Bu hayatımda aldığım en heyecan verici yorumdu sanırım.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Yine beni okumak için bir kenara koyduğum kitaplardan alıkoyan yeni bir kitap yazısı daha. :) Merak ettim Jack’i. :))