“Boyun eğme ekolünden olmayan iki kadın”
Gazeteci yazar İpek Çalışlar’a erkek dünyasında var olma mücadelesi vermiş iki kadını sordum. Biliyorsunuz, İpek Hanım, Mustafa Kemal Atatürk’la yaptığı fırtınalı evlilikle anılan Latife Hanım’ın ve aktivistliğiyle olduğu kadar Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olmasıyla da tanıdığımız Halide Edip Adıvar‘ın biyografilerini yazdı.
İşte onunla Halide Edip ve Latife Hanım’a dair konuştuklarımız…
Yaprak Zihnioğlu Nezihe Muhiddin’i anlatıyor: “Elinden tutulması gereken bir çocuk kadın olmayı reddetti”
Biri aşk, diğeri aşka benzer fırtınalı iki ilişki…
İpek Çalışlar’ın Latife Hanım’ın biyografisini yazması önemliydi, çünkü bu kendine has kadın öncesinde fotoğraflarını sadece lise tarih kitaplarında ve önemli günlerde çıkan gazetelerde gördüğümüz bir figürdü bizim için. Neredeyse hiç gülmeyen silik soluk bir yüz… Ara sıra da hırçınlığından, huysuz ve geçimsiz oluşundan söz edilirdi. İpek Çalışlar, bambaşka biriyle tanıştırdı bizi: Kültürlü, hemcinslerinin haklarını savunan, eşiyle siyaset dahil her konuda sıkı tartışmalara girmekten çekinmeyen ama ona destek de olan güçlü bir kadın. Kimi zaman hayranlıkla kimi zaman öfke fırtınalarıyla şekillenen fırtınalı bir aşkın kahramanı…
Sonra “Halide” geldi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına da şahit olan Halide Edip de resmi tarihin nereye koyacağını bilemediği kişilerdendi: İttihat ve Terakki’nin diktatörlüğe dönüştüğü günlerde partiden kopmuş, Ermeni tehciriyle birlikte isyanı iyice alevlenmişti. Sadece büyük bir entelektüel değildi; at üstünde Anadolu’ya giden bir Kuvvayi Milliye’ci, hitabet gücü sayesinde yüz binleri işgale karşı meydanlarda coşturan karizmatik bir aktivist, “Handan” gibi yazıldığı döneme göre son derece ileri romanlarıyla cinselliği edebiyatta ilk kez korkusuzca ele alan bir yazardı. Atatürk’le görüş ayrılığı yaşayınca gözden düşmüş, uzun yıllarını sürgünde geçirmek zorunda kalmıştı. Ve ülkesine ancak 1940’ta dönebilmişti. Öldüğünde vasiyeti şuydu: “Temel hak ve özgürlükler, ilkokul çocuklarına dua gibi ezberletilmeli.”
Yazdığı “Latife Hanım” ve “Halide” biyografileriyle ilgili röportajımızda İpek Çalışlar’a sorduğum son soruyu başa almak istiyorum: “Bu iki kadının sizinle örtüşen yanları var mı; benzeşiyor musunuz?” Cevap: “Ben, onlar da dahil diğer birçok kadının verdiği mücadelenin yarattığı imkânları kullananlardan biriyim. Bitmiş değil ayrıca; kadın-erkek eşitsizliği farklı düzeylerde de olsa bugün de sürüyor ve toplumun bu meseleyi içselleştirmesi için daha fazla mücadele ve daha uzun zaman gerekiyor.”
Latife Hanım
“Dönemlerinin öncü kimlikleri; sivri kişilikler…”
Çok önemli iki biyografi kaleme aldınız. Sizi, Latife Hanım ve Halide Edib’i araştırmaya, çözmeye, yazmaya sevk eden şey neydi? Onların hayatında neyi heyecan verici bulmuştunuz?
Cumhuriyet’in Pazar ekinin editörüyken, dergide mutlaka kadın portrelerine yer veriyorduk. 2001 yazını neredeyse Halide Edib’e ayırmıştım. Hayatını, romanlarını ve Meclis konuşmalarını okuduktan sonra uzun bir kapak yazısı yazarak “keşfettiklerimi” okurlarla paylaştım. Ailesi fotoğraf albümünü getirdiği gün dergi çalışanları olarak kendimizden geçmiştik. Latife Hanım’ı ise daha sonra işsizlik günlerimde araştırmaya başladım. Bir arkadaşımdan alıp okuduğum Latife Hanım kitabı, beni keşfedilmeye değer bir kadınla yüz yüze getirdi. Gazetecilik yaparken hiç dikkatimi çekmeyen Latife Hanım’ı adeta haber konusu olarak avucumun içine alıp her yönünü aydınlatmaya çalıştım. Okur, “Latife Hanım”ı heyecanla karşıladı; kitabın arkasından koşup durmak zorunda kaldım. Telaş sona erince, ikinci kitap konumun da aslında hazır olduğunu fark ettim ve Halide Edib üzerine daha derin bir araştırmaya giriştim. Atatürk’ün her iki kadının yaşamında oynadığı rol ve onların Atatürk’ün yaşamındaki yerleri, bu keşif sürecinin en heyecanlı kısmıydı.
Bu iki kadının cumhuriyetin ilk yıllarında hem çok önemsendiğini hem de bir biçimde itibar kaybına uğradığını görüyoruz. Latife Hanım büyük bir şahsiyetle, Atatürk’le evliliği sona erince köşesine çekilmek zorunda kalmış. Halide Edib ise siyasi duruşundan ötürü istenmemiş ve çok uzun yıllar, sanırım 1940’a kadar Türkiye’den uzakta yaşamış. Onları bu bakımdan anlatmanızı istesem neler söylersiniz?
Latife Hanım da Halide Edib de dönemlerinin öncü kimlikleri; sivri kişilikler. O günün koşullarında, gördükleri ilgiyle de beslenerek, fikirlerini özgürce ifade ediyorlar, güçlü kimlikleriyle de ya seviliyorlar ya nefret görüyorlar. Latife Hanım, Mustafa Kemal’le evlendikten sonra bir dünya starı gibi algılanıyor. Peçesi, çizmesi, binici pantolonu, mahmuzları ve verdiği çay davetleriyle dünya basınına sürekli haber oluyor. Tabii Ankara’da onun davranışlarını aşırı bulanların sayısı da gittikçe çoğalıyor. Koskoca başkomutana “Kemal” diyor dedikodusu alıp yürüyor.
Halide Edip Adıvar
“Evleneceği erkeği kendi seçiyor ama çok geçmeden kadınların hukuk önündeki eşitsizliğini kendinin de yaşamaya mahkûm olduğunu görüyor”
Peki Halide Edib?
Çok satan romanları, gazetelere yazdığı makaleler ve en önemlisi Sultanahmet mitinginde halkı işgalcilere karşı ayaklanmaya davet eden konuşmasıyla bir kanaat önderi olarak en önde duruyor. Milli Mücadele’ye katılması Mustafa Kemal tarafından çok önemseniyor. Fakat bu kadınların ikisi de talimatla hareket etmeye alışık değiller; uzlaşma sanatına da yabancılar. Mustafa Kemal ona meydan okumalarından hoşlanıyor başlangıçta ama sonra bu onu bunaltmaya başlıyor. Halide Edib’e dobra dobra, “Benim dediğimi yapacaksınız, hanımefendi” diyor mesela. Ama farklı tarafları var: Mesela boşanmanın ardından Latife Hanım’ın hayatı neredeyse son buluyor. Boşanmış bir başkan eşi için başka çare yoktu herhalde. Halide Edib ise liderle düştüğü anlaşmazlığın ardından yok olmuyor. Bir süre gölgede yaşasa da sonra yeniden doğuyor.
Bu iki kadın neleri başarmak istedi ve nelerle mücadele etti? Onların hikayesi memleket kadınlarının hikayesine hangi bakımlardan paralel ilerliyor?
Halide 1908 ihtilal günlerinin kadınıyken, Latife Milli Mücadele’nin ardından gelen değişim yıllarının kadını. Atatürk’le arasında 15 yaş fark var. Devrim koşullarında yıldızlaşmış kadınlar oldukları söylenebilir. Kadınların hukuk alanında erkeklerle eşitliğini talip etmiş, bu konuda mücadele vermişler. Medeni Kanun’un kabulünde; kadınların parlamentoda temsilinde ikisinin de payı büyük.
Halide Edib’in Batı’da bir erken dönem feministi olarak önemsendiğini öğrenince çok şaşırmıştım, çünkü bizde bu yönüyle asla konuşulmuyordu. Okul kitaplarında ondan olumsuz söz edildiğini hatırlıyorum. Toplu eserinin yayınlanması, değerinin teslim edilmesi yeni sayılır... Bugünden bakınca onu nasıl görüyorsunuz?
Halide Edib, varlıklı bir ailenin kızı. Dönemine göre mükemmel bir eğitim alıyor. Amerikan Koleji’nin feminist müdürü Miss Patrick’ten etkileniyor. Evleneceği erkeği kendi seçiyor ama çok geçmeden kadınların hukuk önündeki eşitsizliğini kendinin de yaşamaya mahkûm olduğunu görüyor. İlk dönem romanlarında kadınlara önerilen “zavallı” hayatları yazmış zaten. Kendi hayatından sahnelerle kadının gerçek dünyasını anlatmış. Beni en çok şaşırtan frengi üzerine yazdığı roman olmuştu.
Latife Hanım’ı da sorayım… Onun yer yer çok hazin hikâyesini öğrendikçe ve kitabı yazmayı sürdürdükçe ne düşündünüz, ne keşfettiniz?
Latife, İngiltere’de feminizmin bir eylem biçimi olarak şiddete başvurduğu, kadının parlamentoda temsili için ortalığı ateşe verdiği yıllarda bir İngiliz lisesinde eğitim görüyor. Mustafa Kemal’le evlendikten sonra yapmak istediği şeylerden biri de parlamentoda mebus olarak bulunmak. Şu enteresan: Çankaya’daki köşke ilâve bölüm yapılırken, ona Mustafa Kemal’inkinden daha büyük bir çalışma odası hazırlanıyor.
Ne kadar benziyorlar birbirlerine.