Egoist okur

Kaç Penelope var edebiyatın dolambaçlı yollarında?

Homeros’un Odysseia’sını ve oradaki Penelope’yi hatırlayalım önce…

Uzun bir yolculuğa çıkan ve herkesin öldü sandığı kocası Odysseus’u bekleyen çilekeş Penelope, taliplerini oyalamak için bir kumaş dokumaya başlar. Kiminle evleneceğine bu kumaşı tamamladıktan sonra karar verecektir. Tabii aslında taliplerine bir oyun oynamaktadır, geleceğine yürekten inandığı kocasını bekleyecek, o arada da elinden geldiğince zaman kazanacaktır. taliplerinden birini seçmek zorunda kalmamak için üç yıl boyunca her sabah kumaşının bir önceki gece dokuduğu kısmını gizlice söker.

Sadakati, sabrı ve zekasıyla birçok modern romana, öyküye, şiire hatta tiyatro oyununa esin kaynağı oldu Penelope. Bunlardan bazılarına bir göz atalım ve bakalım kaç Penelope çıkacak karşımıza edebiyatın dolambaçlı yollarında?

Lorrie Moore’un yürek burkan öyküleri
Audrey Niffenegger’ı şahsi web sitesi

Kaç Penelope var edebiyatın dolambaçlı yollarında?

Margaret Atwwod’un Penelope’si

Margaret Atwood’un ironik ve epeyce trajik metni Penelope, en bilinen uyarlamalardan biri. Bu novellada Penelope öldükten sonra yeraltı tanrısı Hades’le konuşur ve ona hikâyesini anlatır. Özellikle on iki hizmetçi kızın öldürülmesi meselesine Atwood şahane bir feminist bakışla yaklaşır.

Joyce’un Penelope mitini ter yüz eden Molly Bloom’u

James Joyce’un Ulysses‘i aslında Odysseia’nın Dublin’e taşınmış hali. Leopold Bloom Odysseus’u, karısı Molly Bloom ise Penelope’yi temsil ediyor. Molly’nin romanın sonunda yer alan ve neredeyse hiç noktalama işaretsiz akan ünlü iç monoloğu modernist edebiyatın zirvesi kabul ediliyor. Ulysses‘te bir ilişki yaşayan, yani aldatanın Molly olması, Penelope mitinin ters yüz edilişi sayılabilir pekâlâ.

Miller’ın Kirke’siyle Penelope’si

Doğrudan Penelope’yi merkeze almasa da Madeline Miller’ın Ben, Kirke‘si enfes bir yorum. Romanda Odysseus’un ölümünden sonra Penelope ve oğlu Telemachus, Kirke’nin adasına geliyor ve iki kadın arasında beklenmedik bir dostluk gelişiyor. Bilinen bir öykünün modern bir duyarlılıkla yeniden ele alınmasına şahsen bayılıyorum.   

Ali Smith’in aşkı ve cinsiyeti yeniden kuran Penelope’si

Ali Smith’in Kız Erkekle Buluşur romanı Ovidius’un Dönüşümler‘indeki Iphis ve Ianthe efsanesini modern çağa, İskoçya’ya taşıyor. Penelope figürü de sembolik olarak hikayenin arka planında yankılanıyor. Smith’in kadın karakterleri, klasik mitlerdeki sabırlı, bekleyen kadını ters yüz ederek aşkı ve cinsiyeti yeniden kuruyor.

Lozano’nun Penelope’nin kumaş dokuyuşu gibi yazan kahramanı

Brenda Lozano’nun kadın bakışıyla yazılmış aşk hikâyesi İdeal Defter bir ara epey konuşuldu. Yazarın ilham kaynağı doğrudan Homeros’un Odysseia’sı. İdeal Defter’in anlatıcısı olan genç kadın tıpkı Homeros’un Penelope’si gibi bir yandan uzaklardaki sevgilisinin dönüşünü beklerken bir yandan da defterler tutarak, mektuplar yazarak kendi hayatının kumaşını iplik iplik dokuyor, iplik iplik söküyor.

Jane Austen’ın sabrı ve bekleyişi bir tür güç gösterisine dönüştüren kahramanı

Jane Austen’ın İkna’sındaki Anne Elliot da bir çeşit Penelope. Homeros’un destanında Penelope, Odysseus’un dönüşünü beklerken zamanın yıpratıcı ağırlığına sabrı ve zekâsıyla direnir. Taliplerini savuşturmak için gündüz dokuyup gece söktüğü kumaş, onun hiç de pasif denemeyecek bekleyişinin sembolüdür. Anne ise daha sessiz, içe dönük bir bekleyişin içinde yaşar. Sevdiği erkeği ailesinin baskısıyla reddetmiş ama yıllar sonra hâlâ kalbinin ona bağlı olduğunu fark etmiştir. Anne’in sabrı, dışsal bir direnişten çok içsel bir sürekliliktir. Toplumun gözünde yaşlanmakta, cazibesini yitirmekte ve geri planda kalmaktadır. Ama kalbi, Penelope’ninki kadar inatçıdır. Kadının hareket alanının kısıtlı olduğu dünyalarda geçen bu iki hikaye, sabır ve bekleyişin de bir tür güç gösterisine dönüşebileceğini anlatır. Penelope kendi varlığını destanın gürültülü akışında, Anne ise gündelik hayatın fısıltısında, zaman karşısında direnerek kurar.

Şahsen en sevdiğim Penelope’yi uzun uzun anlatabilmek için sona bıraktım…

Alakasız görünen bir soru

Yüzü ve silüeti belirsiz birisini beklemek mi, yoksa zaten hayatında olduğu var sayılan birisini beklemek mi daha zordur? Yıllardır birlikte oldukları adamın bedeni hâlâ yanlarında olsa bile ruhunun çoktan çekip gitmiş olduğunu bilen ve yine de beklemeye devam eden kadınlar yok mu? O kadınlar niçin gitmez hiçbir yere?

Audrey Niffenegger’ın karmakarışık ama güzel Penelope uyarlaması

“Beni yeniden gördüğün zaman lütfen seni daha önce hiç görmemiş olduğumu hatırla. Sana bir yabancıymışsın gibi davranırsam sakın şaşırma; çünkü benim için yepyeni biri olacaksın.”

Bu satırlar, Audrey Niffenegger’ın Zaman Yolcusunun Karısı romanından. Roman bir aşk hikâyesi anlatıyor. Kitabın kütüphaneci -ve punkçı- kahramanı Henry’i tanıyoruz ilkin. 40 yaşında. Nabokov’un Lolita’sını andırır bir şekilde altı yaşındaki Clare’le tanışıyor. O sırada ikisi de bilmiyor ama Clare aslında Henry’nin karısı. Gelin görün ki, henüz evli değiller. Yıllar sonra, Clare 20 yaşına geldiğinde evlenecekler. O zaman da Henry 30 yaşında olacak.

Çok karışık, evet. Üstelik bu daha sadece başlangıç. Karışıklığın sebebi Henry’nin ‘kronik yer değiştirme bozukluğu’ndan mustarip oluşu. Henry zaman içinde istemsizce yer değiştiriyor. Haliyle, geçmişe gittiğinde zaten henüz gelmemiş olan ‘geleceği’ unutmuş oluyor. Önlenemez biçimde, birdenbire. Epilepsi krizi gibi.

Kendini hep başka yerlerde ve zamanlarda bulan adamla ve onu daima bekleyen karısının hikâyesi fazlasıyla trajik. Clare o sonsuz yolculuğu sırasında ipliğini eğirerek ufka bakıp Odysseus’u bekleyen Penelope gibi… Beklediği hiç gelmeyebilir.

İyi yanından da bakılabilir tabii, hepimizin hayatında kaybettiğimiz yerler, kaybettiğimiz insanlar vardır ve geçmişlerimiz bir şekilde zihnimizin bir yerinde yaşar ya, Niffenegger kahramanına geçmişini ziyaret etme şansı veriyor işte.

Ayrıca düşünün, hangimiz sevgilimizin, eşimizin çocukluğunu, gençliğini görebilme fırsatı bulabiliriz? Elimizden gelen salt albümleri karıştırmak, fotoğraflara bakmaktır.

Hayatta en çok mumyaları, ateş yiyenleri, hilkat garibelerini ve fotoğrafçı David LaChapelle’i ilginç bulan ressam, fotoğrafçı, baskı ustası, yazar Audrey Niffenegger bir yandan romanlar yazıyor, bir yandan da asıl işi olan özel tasarım kitaplar hazırlamayı sürdürüyor. Elde tabii. Mesela Three Incestous Sisters’dan sadece on kopya üretilmiş. Her sayfasını elleriyle tek tek resimlediği bu 1200 sayfalık kitabı tamamlaması on dört yılını almış. Bir diğer romanı, Highgate Mezarlığı’nda geçen ve benim garip bir şekilde çok sevdiğim Her Fearful Symmetry içinse bir yıl kadar bu mezarlıkta rehberlik yapmış.

Zaman Yolcusunun Karısı tamamen düş ürünü sayılmaz ayrıca. Zira Clare gibi Niffenegger de çok beklemiş. Clare’den farkı, kimin geleceğini bilmemesiymiş. O yapayalnız halini “iki kediyle baş başa yaşamayı seçmiş bir kız kurusu” olarak tarif ediyor. Eh, bilin bakalım, bu bana kimi hatırlattı! Gerçi o da eskidendi, şu an bir kedim bile yok :) Bir ara punk rock grubu Avocet’in davulcusu ve yönetmen Christopher Schneberger’le birlikteydi, sanırım ayrıldılar ama o konuya dair ayrıntıları çok da bilmiyorum.

Kendi çizimiyle Audrey Niffenegger ve kelebekleri

Sayfalar arasında uçmaya bayılan kelebekten birkaç not

+ Niffenegger sık sık John James Audubon’un dev boyutlarda hazırladığı ve bir bakıma felaketine -iflasına, ölümüne- sebep olan kitabı Birds of America’ya gönderme yapıyor. Edebiyat tarihinin başka birçok önemli ve enteresan yapıtına da… (Lorrie Moore yazımda bahsetmiştim Audubon’un kitabından, linkini yukarıya eklerim.)

+ Yazarın sözünü ettiği kitaplardan biri de, 1857’de Yeni Delhi Kralı’nın sarayında bulunan ve insan derisinden yapıldığı söylenen The Chronicles of Nawat Wuzeer Hyderabed. Aman yarabbim!

+ Belli ki Audrey Niffenegger iyi bir punk dinleyicisi. Geçmişin ve bugünün önemli punk grupları ve şarkıları Zaman Yolcusunun Karısı’nın sayfalarında birer birer boy gösteriyorlar. Yani punk müziği seviyorsanız bu kitabı da seversiniz.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments