MABEL MATİZ: “Güzel, görkemli ve ürkütücü bir aşktı…”
Mabel Matiz’in yeni albümü “Gök Nerede” çıktı. Şahsen albümü çok beğendim; Mabel’in sesini, şarkılarını, yazdığı sözleri, atmosferin usul usul başlayıp sonlara doğru “delirmesini”, Prag’da çekilmiş fotoğraflarını… “Dandy” kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi o fotoğraflarda.
Bu çok sevdiğim eski kelime, “sözü olan bir şıklığı” anlatıyor. İnsanın kılığıyla, kıyafetiyle, saçıyla, duruşuyla, bu kelimeyi ilk kez tanıtan Oscar Wilde’da olduğu gibi yakasına taktığı yeşil karanfille, kısacası tüm varoluşuyla dünyaya meydan okuması…
O yüzden Mabel’e Prag’ın meşhur Charles Köprüsü üzerindeki fotoğraflarda giydiği kıyafetleri ve yüzüklerini sordum ilkin.
“Görünüşünle alakalı bir planım programım yok. Kendimi olduğumdan başka biri gibi göstermeye çalışmıyorum; içimde olanı yansıtayım, bana yeter. Vitrinde bir yüzük görüyorum mesela ve onu güzel buluyorum. O yüzük başka parçalarla birleşince de bu görüntü çıkıyor ortaya; sevdiğim şeylerden oluşan bir bütün…”
Sesiyle, görüntüsüyle, duruşuyla çok farklı bir estetiğin temsilcisi olan Mabel Matiz’le geçen hafta Brasserie Bomonti Ortaköy’de buluşarak hem yeni albümü “Gök Nerede”yi hem de bu albümün ortaya çıkışı sırasında yaşadıklarını konuştuk…
Mabel Matiz’le Brasserie Bomonti Ortaköy’de buluştuk
“Kendimi karşıma oturttum ve yer yer onunla mülakata geçtim”
İsminle, sesinle, görüntünle kimseye benzemiyorsun. Sen kendini farklı hissediyor musun?
Bence gayet normal biriyim ama farklı olduğum o kadar çok söylendi ki bir süre sonra ben de artık kendimi farklı hissetmeye başladım. Güzel bir duygu, şikâyetçi değilim. Kimseye benzememek, sadece kendin olmak, bunlar iyi. Fakat açıkçası farklılığımın içinde de kaybolmuyorum. Çocukluğumdan beri şarkı söylüyorum ve sesimin o bazılarının çok eleştirdiği tonu üzerinde çok çalıştım. Hâlâ çalışıyorum, arayışım sürüyor.
Yeni albümün “Gök Nerede”, içinde aynı anda hem kederli hem sert şarkılar olan bir albüm; ağızda vahşi bir tat bırakıyorlar. Sen anlatır mısın bu albümün hangi ruh halinin ürünü olduğunu?
Daha önce kendi içime kapanmış bir halde müzik yapıyordum ama son iki yılda bu değişti ve müziğim çok geniş kitlelere ulaştı. Bu da ister istemez bende bazı şeylerin değişmesine yol açtı. Hayata bakışım değişti her şeyden önce. Eskiden hissettiklerimi aktarıyordum. Artık o sırada niye öyle hissettiğimi de anlamaya, anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla kendime çok uzun baktığım hatta kendimi sorguladığım bir albüm oldu bu. Kendimi karşıma oturttum ve yer yer onunla mülakata geçtim. Ve o kadar iyi geldi ki bu. Beğenmediğim yanlarımla, içimde olan ama huzurumu kaçıran şeylerle sonunda anlaştım. Onları terk etmedim ama gülümseyerek bir parça geriye ittim belki… Hayatımın bu kadar merkezinde durmadıkları sürece onları sevebileceğimi bile fark ettim.
“Onlar” derken…
Kendimden, kendimi oluşturan parçalardan söz ediyorum. Bazen sana da olmaz mı, kendindeki bir parça aniden senden kopar ve çok uzağa düşer. Bir yabancı, bir düşman gibi karşılarsın artık onu. Ben sanki bu albüm aracılığıyla o parçaları toplayıp onlarla konuştum.
Cesur buluyor musun kendini? Bir keresinde, hatta Deniz Durukan’ın Egoist Okur için yaptığı röportajda, “Uçurumdan sarkmayı da sevdim, düşmeyi de” demiştin.
Hah işte, ne demek istediğimi anlatmak için bir fırsat verdin bana. O, elbette sahiplendiğim bir cümle ama artık öyle bir yerdeyim ki uçurumdan sarkmak bana niye çekici geliyor diye düşünerek kendimi sorgulamaya da başladım. Cesur sayılabilirim evet, çünkü nihayetinde en çok kendim olmanın peşindeyim. Ama henüz delirdiğimi düşünmüyorum, ona daha var. Pozitif anlamda delirmekten bahsediyorum, hani o hayran olduğumuz bazı insanlar gibi delirmekten… Cesaret uçsuz bucaksız bir kara delik. Geri dönüşü çok güzel de olabilir ters de tepebilir.
Kim o hayran oldukların?
David Bowie geliyor aklıma. İçindeki bütün renkleri, karmaşayı dünyaya harikulade bir şekilde fışkırtmış bir persona… Büyük bir müzisyen olmanın da ötesinde, muhteşem bir şahsiyet.
“Kimse tamamen hijyenik değil, kimse tamamen kötü değil. En sert görünenin içinde ne şelaleler akar…”
Dışarıdan bakınca kırılgan ama sert, hüzünlü ama eğlenceli, alçakgönüllü ama mağrur görünüyorsun… Gerçekte nasıl birisin? Gene Deniz’in röportajındaydı sanırım, hijyen takıntından bahsetmiştin ama bence o kadar da hijyenik değilsin…
Kesinlikle haklısın. Zaman içinde tezatlarım belirginleşti hatta galiba sevgilim beni bu yüzden terk etti. Değişken bir karakterin varsa başkaları seni yorucu bulabiliyor ama ben bir şekilde parçalarımın toplamı olmaktan mutluyum. Hem aslında kimse tamamen hijyenik değil, kimse tamamen kötü değil. En sert görünen insanın içinde ne şelaleler akar…
Savunma silahı olabilir görünüşteki o sertlik…
Evet, tabii. Mesela eskiden daha kırılgan ve naif buluyordum kendimi ama artık oraya sığınmıyorum, güçlü yanlarım da olduğunu biliyorum.
Albüme dönelim… Nasıl çıktı ortaya?
Dediğim gibi son 2,5 yılın şarkılarıydı. Ama albümü teknik olarak var ettiğimiz son altı ayda beni etkileyen, ilham veren çok şey oldu. Zeki Müren Sergisi, orada şahit olduğum dünya tuhaf bir şekilde çok dokundu bana. Çok müthiş biriymiş Zeki Müren, kendini her alanda açmış. Şahane şarkı söylediğini biliyoruz ama o kadar donanımlıymış ki şiir de yazmış, resim de yapmış. Ne bileyim, kendine has spesiyal içkiler yaratmış. Ayrıca bütün kıyafetlerini kendi tasarlamış, bununla yetinmeyip her birine şairane isimler vermiş. Az önce cesareti sordun ya, benim cesaret tariflerimden biri Zeki Müren’dir. Varlığı bana cesaret verdi. Çok tutuk bir çocuktum küçükken, kekelerdim. Bunu değiştirmeye çok gayret ettim, hâlâ ediyorum.
Başka kimlerden, nelerden ilham aldın?
İlham almak daldan dala uçmak gibi. Geçen yıl David Bowie’yi ve Berlin’de yaptığı üçlemeyi çok dinledim hatta bir ara atlayıp Berlin’e gittim. Savaşın deforme ettiği bir şehir olarak ç ok etkileyiciydi. Kendiyle, geçmişiyle yüzleşmiş ve yıkıntılarından yükselmiş. Farklılıkların yan yana, barış halinde durması, hem kozmopolit hem de underground olması etkiledi beni. Tarihi bir binanın hemen yanında aşırı modern başka bir bina duruyor ve orayı yaşayan bir yer haline getiren de tam olarak böyle şeyler. “Fena Halde Bela” diye bir şarkım var mesela, Berlin’deki günlerime ve gecelerime dair.
“Onda hem kendimi gördüm hem zıttımı ve bu ilişki kendimi anlamama yardım etti”
En sevdiğim şarkın “Sarışın”. Onu Kars’ta, “Pullarımı Gömdüğüm Denizi” adlı şarkını ise Urfa’da yazmışsın. Yolda olmak sana ilham veren bir şey mi?
Yolun sonunda benim için tamamen yeni olan bir yere ulaşacağımı bilmek kesinlikle ilham verici. Hiç tanımadığım bir yere gidip orayla etkileşime geçtiğimde kendimde bilmediğim şeyleri de keşfediyorum. Nisan sonuna kadar sürecek bir Türkiye turnesine başlıyorum. Hem birçok Karadeniz ilini hem de Doğuyu dolaşacağız, İzmir’e, Konya’ya gideceğiz. Çok heyecanlanıyorum. Çünkü biliyorum, ne kadar uzağa gidersek o kadar şahane şeylerle karşılaşacağız.
“Sarışın”, tutkuyu yoğun hissettiren bir şarkı… Camdan ormana dalan kaplan, ağızda kalan kan tadı, dünya sarsılırken birbirine sımsıkı sarılan iki âşık…
Evet, uzun zaman sonra çok âşık oldum. Saf bir aşktı ve her şey çok hızlı gelişti. Birbirimize çok benziyorduk. Yumuşak ve tutkuluydu, hissettiklerini gizlemiyordu, öte yandan yırtıcı, vahşi ve kendi gibi kalmakta inat eden biriydi. Bir araya gelmemiz, sarılmamız ilham verici, güzel ve görkemli oldu ama ürkütücüydü de. Ben onda hem kendimi gördüm hem zıttımı ve bu ilişki neticede kendimi anlamama, tanımama yardım etti.
Neden geçmiş zaman kipi kullanıyorsun, bitti mi?
Hayır, tam da bitmedi aslında. Sadece o şarkıyı yazarkenki hissiyatımdan bahsettiğim için öyle anlattım.
“Birbirimizi yormak yerine dikenlerimizi görelim, farklılıklarımızı kabullenip konuşmaya başlayalım…”
“Gel” diye bir şarkın var; “Gel anla dikenimden” diyorsun. Senin dikenlerin ne zaman sivrilir ve ne zaman yatışır?
Dikenlerden bahsetse de o iyimser bir şarkı, bir kavuşma ümidini anlatıyor. Karşı tarafa bir anlaşma öneriyor, “Dikenlerim var evet ama eğer bunu anlarsan, çatışmak için bir sebebimiz kalmaz” diyor. Çok kişisel bir yerden yazdım ama benim için toplumsal bir yerde. Bu toplumun insanları olarak başlıklarda ayrışsak da alt metinde, özde aynıyız. Kendimizi aynı yerlerden açıp aynı yerlerden kapatıyoruz; korkularımız benziyor. Birbirimizi yormak yerine dikenlerimizi görelim, farklılıklarımızı kabullenip konuşmaya başlayalım şarkısı o. Anlamayı ve gülümsemeyi öneriyor.
Seni ne ayakta tutar?
Sevgi. Her şeyin önüne koyuyorum onu. Ve müzik, sanat, dostluk, güven, sarılmalar, bir aradalıklar, el ele vermeler, kahkahalar, iyi enerjiler, gülümsemeler…
“Söz sihirdir” demişsin…
Dilin gücüne dair bir cümle bu, benim değil. Mete Özgencil’den duymuştum. Müthişti. Ağzınızdan çıkan her söz hatta aklınızdan geçirdikleriniz bile kendinizi ve dünyayı değiştirmek adına çok önemli birer güç, birer silah aslında. O yüzden dile sahip çıkmak, onu iyi ve olumlu şeylerde kullanmak gerekiyor.
“Evrensel bir ses istedim; hem çok Batı, çok soğuk ve çok 18. yüzyıl, hem de sanki 1001 Gece Masalları’ndan çıkmış gibi…”
Bir Nazan Öncel bestesi var ve çok güzel olmuş. Anlatır mısın?
Nazan Öncel çok kıymetli, çok önemli bir sanatçı. Müziği ve şarkıları benim için hep çok özel oldu. Kendine özgü, cesur sözler yazdığı şarkılarıyla büyüdüm ve her daim onlardan ilham aldım. Sırf ben değil, başka kuşaklar, başka müzisyenler de… Bu albümde en sevdiğim eserlerinden Bir Hadise Var’ı seslendirdiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Şarkıyı o dinledi mi?
Dinledi ve ne mutlu bana ki yeni düzenlemeyi de, benim yorumumu da çok beğendi.
Albüme hazırlanırken nasıl bir ses istedin?
Sözler Türkçe ama ben evrensel bir ses istedim. “Tuzla Buz” diye bir şarkı var mesela, nefesli çalgılarla, tam tam davullarla yapıldı düzenlemesi. Çok Batı, çok soğuk, çok 18. Yüzyıl… “Fena Halde Bela” ve “Ahu”daysa ağırlıklı olarak yaylılar duyuluyor, 1001 Gece Masalları’ndan çıkmış gibi… Sound’da böyle bir renklilik, çeşitlilik olsun istedim ve uçabildiğimiz kadar uçtuk.
“Her yere giden ama hiçbir yerde uzun kalamayan bir seyyaha benziyor bu albüm; tıpkı benim gibi…”
Yani bu albüm nereli?
Yersiz yurtsuz bir albüm bu, göçebe… Her yere giden ama hiçbir yerde uzun kalamayan bir seyyaha benziyor bu albüm; tıpkı benim gibi…
Gezi olayları için de bir şarkın var, “Geziyorum Dünya İşte”…
2013’ün ortalarında Sinem Sal’la yazdık sözlerini. Kaybettiğimiz arkadaşlarımız başta olmak üzere o günlerde olup biten her şeyle ilgili bir şarkı oldu. Karanlık bir dönemi anlatıyor, kavga edecekmiş gibi duruyor ama umutsuz değil, tam aksi aydınlık yaklaşıyor, güneşe inancı körüklüyor. Bir teklifi var; kimliklerden arınmış bir şekilde bir araya gelelim diyor. Bütün albümün bir özeti bu aslında…
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest