Egoist okur

Mahir Ünsal Eriş: “Dilde evrime inanmak zorundayız!”

Yazar ve çevirmen Mahir Ünsal Eriş’i biliyorsunuz; Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik kitaplarının yaratıcısı. Egoist Okur olarak biz, yani siz ve ben Eriş’le öykülerini çok seviyoruz. O yüzden diyorum ki en iyisi sevgili yazarımızın bu hafta sonundan itibaren Arnavutköy-Gümüşlük Akademisi’nde başlatacağı Dilbazlık Atölyesi’nde buluşalım ve 10 dil bilen bu genç yazarın hazırladığı olağanüstü oyuncaklı müfredattan faydalanmanın yollarını arayalım… (Bu arada hayır, yanlış okumadınız, Mahir Ünsal Eriş 10 farklı lisanda konuşabiliyor.)

Neler olacak bu müfredatta diye merak ediyorsanız “Sorular, sorular…” diye cevap vereceğim. Mesela… Dili nasıl kuruyor, nasıl konuşuyoruz? Neden bazı dilleri daha kolay öğreniyoruz da bazılarıyla bir türlü baş edemiyoruz? Bunca farklı yazı, bunca değişik telafuz niye var? Ya bizim konuştuğumuz dil? Annemizden aldığımız dili ne kadar geliştirebiliyor, nereden alıp nereye taşıyabiliyoruz? Neden başka bir dil öğrenirken kendi dilimizin daha çok farkına varıyoruz? Bunca yabancı sözcük niye var? Türkçe hangi dillerin etkileri altında kalmış, hangilerini etkilemiş? Dile başka dillerden giren sözcük ve kavramları nasıl tanır, nasıl anlarız? Etimoloji bilmek dil ve düşünce dünyamızı geliştirir, yabancı kavram ve ifadelerin anlaşılmasını, “çevrilebilmesini” kolaylaştırır mı?

“Bu sorulara cevap bulup bulamayacağımıza beraberce, konuşarak bakacağız. Benim kendi adıma beklediğim, bu soruların cevaplarını merak eden insanlarla bir araya gelebilmek, sonra eldeki mevcut cevapları konuşmak, yenilerini aramak” diyor Mahir Ünsal Eriş aşağıda okuyacağınız röportajımızda.

Okuyun ve bence son zamanlarda rastladığım en heyecan verici atölye çalışmalarından birine hazırlanın…

gumusluk akademisi mahir unsal eris dilbazlik atolyesi egoistokur

“Dil büyülü bir şey; aynı dille hem vapur jetonu alınabiliyor hem de Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi nefis şeyler yazılabiliyor”

Dilin de tarihi vardır elbette, o tarih üzerine düşünmek bize ne katar?

Dil üzerine düşünmek her şeyden önce ifade ve iletişim imkanlarımızın boyutlarını anlamaya yönelik kazanımlar vaadeder. Her zaman, bıkmadan söylediğim bir şey var. Dil çok büyülü bir şey. Aynı dille hem vapur jetonu alınabiliyor hem de Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi nefis şeyler yazılabiliyor. Nasıl oluyor? Bu bile başlı başına bir büyü. Elbette dili anlama gayretinin onu kullanmaya yönelik büyük getirileri oluyordur. Mekanizmanın nasıl işlediğini anlamak, arızanın tespitini de çabuklaştırır. Dilde, iletişimde, ifadede bir takım arızalar gözümüze çarpıyorsa bunun çözümü dili düşünmekten geçiyor gibi görünüyor.

Neden bu kadar çok dil var, bu diller birbirlerinden niçin ve nasıl ayrılıyorlar?

Çünkü dil canlıdır. Ne kadar bu kadar çok hayvan var, yükümüzü taşıyacak bir at, sütünü içeceğimiz bir inek, arada bir sevip okşayacağımız bir kedi yeterdi belki demek gibi bir şey bu. Dili dünya biçimlendirir. Tıpkı hayvanlar, bitkiler gibi. Çünkü yaşayan bir organizma gibidir dil. Başka bir dille karşılaştığında, başka bir coğrafi ya da fiziksel koşula maruz kaldığında, yeni bir nesil geldiğinde, o dili konuşanlar köklü bir toplumsal değişimle yüzyüze geldiğinde dil değişir. İnsan gibi. Zamanla değişen dil, değişmenin başladığı andaki dil olmaktan çıkar, “başka bir dil” olur. Dilde evrime inanmak zorundayız özetle.

Coğrafya dili etkiler mi, benzer coğrafyaların dilleri benzer özellikler taşır mı?

Tabii, etkilemez olur mu? Yanı dilin farklı lehçelere ayrılıp sonra da birbirini anlayamayacak kadar yabancılaşması bile çoğunlukla coğrafyanın bir ürünüdür. Iraklı bir Arabın, Mağripli bir Arapla kendi yerel Arapçasını konuşarak anlaşabilmesi neredeyse imkansızdır. Yanyana yaşayan Azerilerle, Farsların dili birbiriyle hiç akrabalık bağı bulunmamasına rağmen hemen hemen aynı müzikle tonlanır, vurgulanır. Farsça ve Tacikçe yüzde 80’ları geçen bir oranla aynı dil sayılırken, Tacikçe eski-Sovyet coğrafyasının bir dili olduğu ve Kiril Alfabesiyle yazıldığından bir Farsın, özel ilgisi yoksa, Tacikçeyi okuma şansı sıfırdır. Bunlar hep fiziki ve siyasi coğrafyaya bağlı değişimler.

“Bir dili kaybettiğimizde o dilde anlatılan masalların, yakılan ağıtların içinde inşa edildiği duygu ve düşünce dünyasını da kaybediyoruz…”

İki yıl önceydi sanırım, bir dili konuşan iki kişi varmış artık sadece ama biri ölmüş… Bunu düşününce sağ kalan için çok üzülmüştüm. Bir dil kaybettiğimizde başka neleri kaybederiz?

Böyle haberler duyuyoruz ve duymaya devam edeceğiz Dil canlı olduğu için ölmeye mahkum maalesef. Ne kadar çok insan tarafından konuşulduğu, ne eserler bıraktığı etki edemiyor bu duruma. Ömrü tamam olunca ölüp çekiliyor tarih sahnesinden. Az nüfusa, az kültürel enstrüman ve alana sahip diller elbette zamana daha zor direniyorlar. Herhangi bir canlının ölümü gibi üzücü bu da. Çünkü bir dili kaybettiğimizde o dilde anlatılan masalların, yakılan ağıtların, söylenen şarkıların içinde inşa edildiği duygu ve düşünce dünyasını da kaybediyoruz maalesef. Ve bu bize o dilden kalan belgelerin dahi tam olarak hissettiremeyeceği, canlandıramayacağı bir şey.

Dil unutulur mu, unutulursa nerelerden, ne şekillerde gösterir kendini?

Dil ancak kullanılıyorsa, konuşuluyor, yazılıp okunuyorsa dildir. Yoksa dilbilgisi ansiklopedik, kitabi, kuru bir bilgidir. O yüzden unutulmaz sanırım. Unutulan şey o kuru bilgidir, ki o da zaten dilin yeniden kullanılmaya başlanmasıyla canlanır, güçlenir.

“Evin içini başka bir kültürün, başka bir baskın öğenin iktidarına teslim etmek kolay değil, dil o yüzden varlık mücadelesinin önemli bir öğesi…”

Kürtçe, Lazca, bu coğrafyada konuşulan ve varlığını bile bilmediğimiz diğer diller, ağızlar… Bunların yıllarca süren onca baskıya, unutturma çabasına rağmen yok olmamalarını nasıl açıklarız?

Hayatta kalma arzularıyla eşdeğerde bir motivasyonla açıklamak durumundayız sanırım. Çünkü dil bir kültür bayrağı olmaktan başka, evimizin içinde öğrendiğimiz bir iletişim aracı. Evin içini başka bir kültürün, başka bir baskın öğenin iktidarına teslim etmek öyle kolay bir şey olmasa gerek. O yüzden varlık mücadelesinin önemli bir öğesi dil. Direnebilenler daha uzun yaşıyorlar.

Şu hiyeroglifleri çözen adamı düşünüyorum; hikayesi büyüleyici… Bazı insanların dil öğrenmeye kabiliyetli doğmalarını nasıl açıklarız?

Ben galiba buna pek inanmıyorum. İlgi, sevgi ve imkan tamamsa herkes her dili istediği gibi/istendiği gibi konuşabilir diye düşünüyorum. Yetenek sandığımız şey belki de sadece iştahlı bir merak, meraklı bir ilgi olabilir. Büyüleyici olan dilin kendisi. Bu büyünün lezzetinin tadını almış birinin geri dönüşü yoktur bence. Hepsi öğrenilir. Bana öyle geliyor en azından.

“Kelimeler bizim içinde bulunduğumuz evreni nasıl algıladığımıza dair kodlardır. Onu önce algılar sonra tarif etme talaşına kapılırız…”

Siz de epeyce dil biliyormuşsunuz. Hangi diller bunlar? Nasıl ve nerede öğrendiniz bu dilleri, onları konuşmak ya da o dillerde okumak sizi nasıl değiştirdi?

Birkaç dili anlayabiliyorum evet. Ortalama bir eski-Demir Perde ülkesi vatandaşı benden daha çok dilde konuşup söyleşebiliyordur ama. Biz biraz dile ilgisiz bir toplumuz, kendi dilimize bile. O yüzden birden fazla dili merak etmek tuhaf görünebiliyor. Benim dilden yana şansım yaver gitti hep. Etrafımda dil bilen, öğretebilen insanlar oldu, dil imkanları hep tesadüfen ayağıma geldi. Öyle öğrendim. Her dille, diğerlerininkinden farklı başka başka meyvelerin beklediği renkli bahçelerin kapıları açıldı önüme tabii. Dünyayı tanıma, algılama, onu yorumlama pratiğime çok kıymetli etkileri oldu kuşkusuz.

Dille olan ilişkimizden bahseder misiniz? “Dil, onu konuşan toplumun DNA’sı gibidir. Bir dille kurduğumuz ilişki, o toplumun en temel karakteristiklerini en yakın ve yalın halde izleyebileceğimiz bir kanal açar bize” diyorsunuz. Açmanızı istesem… Kelimeler bizi, hayatımızı ne şekillerde etkiler?

Kelimeler bizim içinde bulunduğumuz evreni nasıl algıladığımıza dair kodlardır. Onu önce algılar sonra tarif etme talaşına kapılırız. Ve ifademize de onu algılayış biçimimiz açıkça yansır. İçinde yaşadığımız evren de öncelikle içine doğduğumuz toplumla, aralarında bulunduğumuz insanlarla ve onların değerleriyle açıklanacağından dil dünyamızı da aynı dili konuştuğumuz insanlarla birlikte kurarız. Toplum dilimizi yapar, toplum olarak biz de bir arada yaşayarak dili yaparız. O yüzden bir topluluğa dair birçok izi o topluluğun dili içinde sürebiliriz.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments