Nuran Devres nam-ı diğer Kara Melek: “İlham kaynağım Stephen King”
Tek kanallı dönemin ünlü spikeri Nuran Devres sonradan büyük ilgi gören fenomen dizilerin senaristi olarak karşımıza çıktı. “Kara Melek” dersem, hatırlarsınız. “Entrikanın kraliçesi” şimdi de bir roman yazdı: “Melek-i Tavus”.
Onunla yaptığım röportajda, “Kendimi bildim bileli roman yazmak istedim” diye anlattı. Kolej yıllarında yazdığı öyküler edebiyat dergilerinde yayımlanıyormuş. Sonra tiyatroya merak sarmış ve yüzlerce radyo tiyatrosu ve arkası yarın kaleme almış. Derken TRT’de dramaturg olarak çalışırken, ilk dizi teklifini almış. “Yazdığım diziler reyting patlaması yapınca, teklifler birbirini kovaladı ve kendimi özel sektöre aynı anda 3-4 dizi yazarken buldum” diyor. Ama aklı hep romancılıkta kalmış. Ta ki “Melek-i Tavus” yayınlanana kadar. Sonrasını okuyalım…
Nuran Devres: “Herkesten sıkılabilirim, kendimden asla!”
Romanınızın adı “Melek-i Tavus” nereden geliyor…
Yezidi’lerin taptığı başmelek Melek-i Tavus. Şeytan diyoruz bizler, kibri ve itaatsizliği yüzünden cenneten kovulan melek ama Yezidilikte bu kelimeyi kullanmak büyük günah. Hatta fonetik olarak o kelimeyi andıran sözcükler bile kullanılmıyor ve “Adı Güzel Melek” olarak söz ediliyor. Yezidi inancına göre sonradan Tanrı’nın affına mazhar olmuş. Bir tavus kuşu şeklinde sembolize ediliyor.
İlham kaynağınız neydi?
Ben şiddeti, gerilimi, vahşeti, seksi yazmayı seviyorum; hikâyelerimi böyle konulardan seçiyorum. Hayal gücümle kurguladığım şiddet dolu öykülerimi de onları en iyi ortaya çıkarabilecek fonların üstüne inşa ediyorum. İlham kaynağım Stephen King. Bir numaralı ikonum o; romanlarının, filmlerinin hastasıyım.
Televizyonda elde ettiğiniz başarıyı bu romandan da bekliyor musunuz?
Daha fazlasını bekliyorum. Bugün artık bizde benim tarzımda, öncülüğünü yaptığım türde senaryo yazan çok kişi var ama benden başka gerilim romanı yazan yok.
Televizyon dili ile roman dili arasındaki farklar neler?
Senaryoculuk çok sıradan bir şey romancılığın yanında. Birinde izleyici için yazıyor, onlar için dünyalar kuruyorsunuz, diğerindeyse kendi dünyanızı kuruyorsunuz. Televizyon daha teknik; hayata uygun, makul şeyler yazarken inandırıcı olmak adına hayal gücünüzü dilediğinizce kullanamazsınız. Ama romanda tamamen özgürsünüz. Şu da var: Ben, zorlanmadan, çok hızlı yazan bir insanım. Klavyenin başına geçtim mi su gibi akar gider öykü. Ekip çalışmaları bu yüzden beni şaşırtıyor, beş-altı oturmuş bir şeyleri çözmeye çalışıyor, sanki fizikteki tanrı parçacığını falan keşfedecekler. Saatlerce senaryoda bir çıkar yol bulmaya çalışıyorlar. Benim için en çok on dakikalık bir şeydir bu. Yazdığım her şey çözümüyle birlikte gelir. Problem ve sorun, entrika ve çıkış yolu aynı anda… Bir diziyi izlerken de oradaki sıkışmışlığı hemen görüyorum ve aynı anda bunun nasıl giderileceğini buluyorum. Kötü giden dizilerin yükselişe geçme formülleri çok basit aslında, nasıl oluyor da akıllarına gelmiyor, bilemiyorum.
Katy Perry hem masum hem karanlık görünümüyle bu fotoğrafta bana fena halde bir zamanların Kara Melek’ini hatırlattı. O yılların TV dizilerinden fotoğraf bulmak zor, ben de bunu kullandım.
“Benim için dünyada iyilikten başka yol yok”
Karanlık karakterleri, entrikayı sevmeniz neden diye düşündünüz mü hiç?
Düşünmedim, cevabı zaten biliyorum… Sıradanlıktan ve çoğunluğa uyma gerekliliğinden hiçbir zaman hoşlanmadım. Arkadaşlarla buluşup saatlerce çay-kahve içerek havadan sudan konuşmaktan, uzun ve gereksiz muhabbetlerden çok sıkılıyorum. Yalnızlığa bayılıyorum. Tek başıma yaşamak, alabildiğine özgür olmak benim en büyük zevkim. Eh, sonra korku ve gerilim filmlerini seviyor, o tarz romanlar okyorum. Bana “Yalnız sıkılmıyor musun?” diye soruyorlar. Cevabım hazır: “Herkesten sıkılabilirim. Ama kendimden asla!”
Sizin böyle bir yanınız var mı? Hani “ondan korksan iyi olur” dedikleri insanlardan mısınız, yoksa yazı başka, hayat başka mı?
(Burada meşhur kahkalarından birini patlatıyor.) Yazıyı, kariyeri bir kenara bırakın, iyi insan olmak istiyorum. Benim için en makbul insan merhametli, şefkatli, empati duygusu gelişmiş insandır. İstemeden birinin kalbini kıracak olsam, böyle ufacık bir ihtimal dahi olsa vicdan azabım, üzüntüm bitmez; telafi etmek için ölürüm. Bu yüzden başkalarına zarar veren, sözlerini tutmayan, yalan söyleyen, fırıldak gibi dönüp duran, kendi küçücük ve zavallı çıkarları uğruna başkalarını bozuk para gibi harcayan insanlara bakınca dehşet içinde kalıyorum. Ağzımdan çıkan her söz senettir benim, iki elim kanda olsa yerine getiririm. Kendi çıkarlarıma ters düşse bile… Benim için dünyada iyilikten başka yol yok.
Öte yandan sizin karanlık karakterlerinizin hep sevilecek yanları da oluyor. Nasıl yaratıyorsunuz onları?
Ben gerçek karakterlerden ilham alan biri değilim. Hepsi kendi hayal dünyamda var olan kişiler. Olaylar da öyle. Buna ilham diyorlar. Vahiy gibi geliyor insanın zihnine. Yaratıcılık konusunda çok verimliyim. Her gün oturup bir proje çıkarabilirim zorlanmadan. Zaten zorlanıyorsan yaratıcılıktan yoksunsun demektir. Ama yazmadan önce mutlaka bir saat şiir okurum. Şiir benim ilham kapılarımı açıyor; bir perde kalkıyor sanki. En başta Nazım Hikmet. Sonra Jacques Prevert, Louis Aragon, Necip Fazıl, Edgar Allen Poe. Poe’nun şiirlerine de öykülerine de hayranım.
Televizyon dünyasında Kara Melek’le bir devrim yapmıştınız, o zaman entrika yeni ve alışkın olmadığımız bir şeydi. Bugünün devrimi nasıl bir şey olabilir?
Yapılıyor aslında, fakat izleyici hazır değil, yadırgıyor, ısınamıyor. “Son” diye bir dizi vardı meselâ. “Uçurum” vardı, “Kayıp” vardı. Güzel dizilerdi. Ben çok sert bir dizi yazmak isterim. “Kurtlar Vadisi”nin kadın versiyonu gibi. Tadından yenmezdi.
Truman Capote’nin bir sözü var, edebiyatın dedikodudan ibaret olduğunu söylüyor…
Buna katılmıyorum. Edebiyat yazarın ruhunu yazı haline getirmesidir. Ama tabii onun nereden baktığını anlamak lâzım. Belki oradan öyle görünüyordur.
Neler okursunuz?
Gerilim romanları ve şiir kitapları. Antolojiler. 14-15 yaşlarımda Rus ve Fransız klasiklerini hatmetmiştim. Sonra bir dönem, Panait Istrati hayranı kesildim. Ve çağdaş Amerikan edebiyatı. Hemingway, Steinbeck.. Harold Robbins, Robin Cook, Dean Koontz gibi sinir bozucu yazarlar. Polisiye severim. Aslında iyi bir polisiye romandan şahane ve çok uzun soluklu bir dizi olabilir. Ahmet Ümit’in bir romanından yola çıkıp dizi yapmışlardı bir ara; yanlış uyarlama sonucu olmadı. Doğru işlense çok sürükleyici, harika bir şey çıkabilirdi.
Nuran Devres’in ağzından “Melek-i Tavus”
“Hikâye Midyat’da bir Yezidi köyünde başlıyor. Bir Yezidi kızı olan Cano henüz çocuk yaştayken ablası sırf Müslüman bir gençle ilişkiye girdiği için aile meclisi kararıyla boğazı kesilerek öldürülüyor ve bu korkunç eylem küçük kızın gözleri önünde gerçekleşiyor, bir daha da zihnini terketmiyor. Yıllar sonra o da aynı günahı işliyor ve hamile kalıyor. Yalan söyleyerek canını kurtarmayı başarıyor ama bebeği elinden alınıp Amerikalı bir aileye evlatlık veriliyor. Esas kahramanım ise Amerikalı ailenin kızı olarak Los Angeles’ta büyütülen Connie. Midyat’taki annesiyle aralarında kendilerinin bile anlamlandıramadığı müthiş bir telepatik bağ var. Bir de aşk tabii.. Arzuladığı şeyi elde etmek uğruna cinayet bile işlemekten çekinmeyecek tehlikeli bir kadın olan Connie zengin bir ailenin yakışıklı, sportmen oğluna âşık. David ise Connie’nin zıttı bir genç kızı, Antonella’yı seviyor. Birbirleriyle tamamen ilişiksiz görünen bu karakterler hikâye örgüsünde buluşuyor.”
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest