Rebecca Solnit: “Feminist bir devrimin içindeyiz”
“Yakındaki Uzak” ve “Kaybolma Kılavuzu”yla tanıdığımız Amerikalı Rebecca Solnit, Encore Yayınları’ndan çıkan yeni kitabında kadın hikayeleri anlatıyor: IMF’nin Fransız başkanının New York’ta Afrikalı bir mülteciye cinsel tacizde bulunması. Yeni Delhi’de tecavüze uğrayan Jhoti Singh’in öldürülmesi. Ohio’daki tecavüz vakası. Güney California’daki kadın katliamı. Hepsi ürpertici, hepsi gerçek. Bir de tabii kitaba adını veren şu “bilgiçlik taslayan erkekler” meselesi var.
Rebecca Solnit, “Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar”ın Türkçe baskısına nefis bir önsöz yazmış. Orada dikkatimi şu çekti: Solnit, uyuşturucu verildiği için bilinçlerini yitirmiş ve bazıları cinsel saldırıya uğramış kadınların fotoğraflarını çekip Facebook sayfalarına yükleyen Pennsylvanialı bir erkek kolej grubundan, Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da erkek şiddetinin susturduğu. yaraladığı, yok ettiği kadınlardan ve kalbimizin sızısı Özgecan Aslan’ımızdan bahsederken bile umutsuz değil… İki tarafın da özgürleşebilmesi için erkeklerin feminizme, feminizminse erkeklere ihtiyacı olduğunu söylüyor ve “Ayrımcılığı tek başına kadınlar yok edemez, tıpkı siyahların ırkçılığı beyazların katılımı olmadan yok edemeyeceği gibi” diyor. Ona katılıyor ve kitabını, meseleye uzak olmayan herkese tavsiye ediyorum.
Aşağıda yazarın Türkçe baskıya önsözünü okuyacaksınız.
Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar
Bu kitap, şiddet kurbanı olmamak için harcanan bir hayattan, okuduğumuz haberlerden, şiddet, özgürlük ve adalet hakkında düşünmekten ve toplumsal cinsiyetten ders çıkarıyor.
Bölümlerden biri İngiliz yazar Virginia Woolf ve esrarın, karanlığın, bilinemez olanın kullanımı hakkında. Diğer bir bölüm Birleşik Devletler vatandaşı Meksika doğumlu Ana Teresa Fernandez’in resimlerinde anlattığı kadınlar üzerine. Bir üçüncüsü IMF’nin Fransız başkanının, New York’ta Afrikalı mülteciye cinsel tacizde bulunması hakkında. Bir diğeri, Yeni Delhi’de tecavüze uğrayan Jhoti Singh’in öldürülmesiyle başlıyor ve Ohio Steubenville’deki cinsel saldırıyı ve California’nın güneyindeki kadın düşmanı katliamı da anlatıyor.
Ve bir de ‘bilgiçlik taslayan adamlar’ meselesi var; bu adamlara Berlin’den tutun da Rocky Dağları’na kadar her yerde rastlayabiliriz. Bu, hep karşılaştığımız meselelere dair evrensel bir kitap ya da benim San Francisco’daki kendi öznel konumumdan dünyaya bir bakış.
Türkiye’deki feminizm ve toplumsal cinsiyet politikaları hakkında pek fazla şey bilmiyorum, ancak biliyorum ki bu meseleler hakkındaki konuşmalar artık evrensel. Bizler, farklı ülkelerde yaşasak da fikirlerimizi, hikayelerimizi, acımızı, ve erkek şiddetinden kurtulmak için duyduğumuz coşkulu arzuyu paylaşıyoruz. Bu şiddet bazı bakımlardan ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor, bazı bakımlardansa tamamen aynı. Şüphesiz kadınların tecavüzden, saldırıdan, ev içi şiddetten ya da İtalyan feminist Serena Dandino’nun ‘femicide’ diye adlandırdığı –nefret nedeniyle veya hiçbir hakka, yaşama hakkına dahi sahip olmadığımız düşüncesiyle işlenen– kadın cinayetlerinden çok fazla etkilenmediği bir ülke var.
Özgecan Aslan’ın korkunç hikayesini takip ettim, ardında büyük bir tepki doğuracak kadar etki yarattı. Dünya üzerinde pek çok defa yaşanan o anlardan biriydi, Hindistan’dan İtalya’ya kadınların, ‘Artık yeter!’ dediği anlardan biri… Ve erkeklerin, -daha önce hiç olmadığı kadar- kadınlarla birlikte ve kadınlar için bir şeyler yaptığı anlardan biri. Erkeklerin dahli giderek artıyor, birincisi öğrenerek ve durumu anlamaya çalışarak, ikincisi bu suçu işlemeyerek ve üçüncüsü buna kişisel olarak ve kolektif yollardan karşı çıkarak. Bence feminist bir devrim içindeyiz. (erkeklerin de bunun parçası olmasına daima ihtiyaç var, kadınlar ayrımcılığı tek başlarına ortadan kaldıramaz, tıpkı beyaz olmayan insanların ırkçılığı beyazların katılımı olmadan yok edemeyeceği gibi.) Ya da belki 1960’larda veya 1840’larda hatta Mary Wollstonecraft’ın Kadın Hakları Savunması’yla 1790’larda başlayan uzun bir başkaldırı sürecinin devamı olan yeni ve güçlü bir isyanın tam ortasındayız. Bu, heyecan verici bir dönem.
Dün Washington Post gazetesine baktım; okuduğum haberler arasında Pennsylvania’daki bir kolejin erkek grubu hakkında bir haber vardı. Uyuşturucu verilmiş ve bilinci yerinde olmayan, bazıları cinsel saldırıya uğramış kadınların fotoğraflarının yer aldığı bir Facebook sayfası açan bu grubun önde gelenlerinden biri sayfayı şikayet etmişti. Yine aynı gazetede, kampüs tecavüzlerini takip edip bunları istismar eden bir grubun haberi vardı. Ayrıca kitle tarafından dövülen, sürüklenip ezilen ve yakılan bir Afgan kadının hikayesi. Kuran’da yazılan yükümlülük ve geleneklere uygun olmadığı halde olayı protesto eden kadınlar, kadının tabutunu taşımışlar. Çoğu zaman gazeteye baktığımda pek çok erkek şiddeti ve kadına şiddet haberi görüyorum. Şiddetin yayılması o kadar normal ki, hayatlarımızın her günkü arka planını oluşturuyor ve nadiren sorgulanıyor. Birleşmiş Milletler son raporlarıyla, kadınlara ve çocuklara karşı şiddetin milyarlarca belki de trilyonlarca dolara mal olduğuna dikkat çekti.
Bu şiddetin olmadığı ya da radikal bir biçimde azaldığı ve böylece ölümün, yaralanmanın, korkunun, sessizliğin, tehdidin, kısıtlamanın olmadığı bir dünya hayal edebiliyor muyuz? Kadınların güven içinde yaşadığı, erkeklerle eşit haklara sahip olduğu bir dünya hayal edebiliyor muyuz? Edelim ya da edemeyelim; içinde bulunduğumuz bu 10 yılda hayalimizi gerçekleştirme planına yeniden başlayabiliriz. Başladık bile. Bu, bizi canlandıracak olan çok önemli bir şey.
Jhoti Singh’lerin, Özgecan Aslan’ların ve adlarını bildiğimiz ya da bilmediğimiz diğer kadınların hayatlarını huzur içinde, dolu dolu yaşayacakları bir dünyaya!
Bu kitabı seçtiğiniz için teşekkürler.
Rebecca Solnit, Mart 2015
Subscribe
0 Comments
oldest