Sevil Atasoy bizi insan ruhunun karanlığında dolaştırıyor
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü öğretim üyesi Sevil Atasoy’un kitaplarını herkese tavsiye ederim. Atasoy, Labirent, Bu Ayak İzi Senin Dr. Watson!, Karanlığa Yolculuk ve Her Çikolata Yenmez adlı kitaplarında soluk kesen, çok acayip hikayeler anlatıyor. Şu farkla ki, hepsi gerçek! Bazıları çok ürkütücü aslında, ama bilmemek kesinlikle bilmekten daha fena.
Gülenay Börekçi
Gayet uydu Dexter bu konuya, öyle değil mi?
Kitabınızda, tek bir olay yerinden toplanan 250 bin delilden söz ediyorsunuz ve “Deliller unutmaz, şaşırmaz, caymaz korkmaz” diyorsunuz. Bir suç işlendikten ve her şey unutulduktan yıllar sonra bile deliller, bakmasını bilen göze çok şey söyler anlamına mı geliyor bu?
Bu söylemle, görgü tanıklığının, zanlı ifadelerinin güvenilmezliğine dikkat çekmek istiyorum aslında. Bir suçu gördüm diyene de, ben yaptım ya da yapmadım diyene de itibar edilmemesi ve gerçeğin, delillere dayanarak ortaya çıkartılmasının gerektiğini söylemekteyim. Dünya tarihi, tanık ifadelerine ve ikrarlara dayalı haksız idamlarla doludur. Öte yandan, sizin de belirttiğiniz gibi, bir olaydan yıllar sonra delillere, oradan faile ulaşmak mümkündür. Örneğin, henüz DNA analizlerinin yapılmadığı 20 yıl öncesinde, bir cinsel saldırının gerçekleştiğini ve suçlunun bulunamadığını varsayın. Üzerinde sperm lekesi bulunan iç çamaşırı, bugün incelenerek saldırganın DNA profili belirlenebilir. Şüpheli ölmüş olsa bile, mezarı açılarak kemiklerinin DNA profili ile karşılaştırılabilir ve saldırganın o kişi olduğu kanıtlanabilir.
Yüz yıl önce parmak izi alınıyordu, bugün gen eşleştirmesi gibi yöntemler var. Epey ilerlediği aşikar olan günümüz teknolojisinin bu konuda eksik kaldığı yerler neler? Ölüleri ve delilleri tercüme etmek, yorumlamak konusunda yeterli olmadığımız alanlar var mı?
Günümüzde, DNA profili ile tek yumurta ikizlerini birbirinden henüz ayıramıyoruz. Bu konudaki çalışmalar, henüz araştırma aşamasında. DNA analizine dayalı olarak robot resim henüz çizilemiyor. Mavi göz, kızıl saç anlaşılıyor ama, bu bilgi henüz yeterli değil. DNA profil yer aldığı DNA veri tabanları henüz yeterince yaygın değil, bunların sayısı arttıkça ve ülkeler arası paylaşıma açıldıkça, suçluları bulmak kolaylaşacak. Parmakizleri her zaman bulunmaz, buluna da karşılaştırmaya elverişli olmayabilir. Halbuki parmakizinden DNA eldesi mümkün. Bu uygulamaya da henüz yeterince başvurulmuyor. Ölüm zamanı, atış mesafesi, imza ve yazının kime ait olduğu konularında da henüz ciddi hata payları var.
Kitabınızı, onunla oynayacak yerde bu ‘kötü’, karanlık konuları yazdığınız için af dilediğiniz Kuzey’e ithaf etmişsiniz. Kuzey oğlunuz mu? Onunla öteki annelerden daha az zaman geçirdiniz belki ama sizinle gurur duyuyordur yine de. Hiç böyle düşünmüyor musunuz?
Kuzey, 5 yaşındaki torunum. Umarım günün birinde benimle gurur duyar. Şimdilik, kendisiyle yeterince oynamadığım için şikayetçi. Üstelik sadece o değil, annesi Selin de sıklıkla oğlunu ihmal ettiğimden dem vuruyor.
Çok fazla cinayete dolaylı olarak tanık olduğunuz için size sormak isterim; katillere yakalanmayabileceklerini, bu ‘beladan’ sıyırıp kurtulabileceklerini düşündüren şey nedir?
FBI’ın efsanevi davranış bilimleri birimi, bundan yıllar önce sadece seri cinayetleri değil, seri kundaklama ve tecavüzleri de inceleyerek, olay yerinden delillerin nasıl toplanacağı, tanık ve sanık ifadelerinin nasıl alınacağına ilişkin 400 sayfayı bulan “Suç Sınıflama Elkitabı”nı yayınladılar. Amacı, faili belli olmayan bir cinayet yerinin özellikleri, cesedin bulunuş şekli ve otopsi bulgularına dayanarak, seri katil elinden çıkıp çıkmadığını belirlemek, katilin kim olabileceğini öngörmek, tekrar öldürmeden yakalayabilmek ve en önemlisi bir sonraki kurbanın özelliklerini saptayarak, onu korumaktı. Psikologların ve psikiyatrların acımasız eleştirilerine rağmen, hálá alanının tek kitabıdır ve dünyanın pek çok ülkesinin polis teşkilatında kaynak kitap olarak kullanılır. Sözünü ettiğim Elkitabı, suçluların ancak küçük bir bölümünün yakalanmamayı düşünebilecek ve bu yönde önlemler alabilecek kadar plan yapabildiğine dikkat çeker ve bunların genellikle olay yeri incelemesini, kriminal laboratuvar olanaklarını, sorgu tekniklerini bilen profesyoneller, ya da doktor, hemşire, diş hekimi gibi meslek sahipleri olduğunu belirtir.
Seri katiller, tecavüzcüler, pedofiller, sadistik arzularla zarar veren, yok eden insanlar… Günümüzde kötülük artıyor mu, yoksa sadece açığa mı çıkıyor?
Günümüzde suçluluğun arttığını sanmıyorum. İletişim olanaklarının gelişmesi ile birlikte, gerek ülkemizin, gerekse dünyanın diğer yerlerinde olan bitenden hızla haberimiz olmaya başladı. Bu yüzden suçluluğun arttığı sanılıyor. Buna bağlı olarak, bir suçun mağduru olabilirim algısı arttı. Kanımca suçun artışından çok, mağduriyet korkusunda artış var.
Peki bu tür suçlar işleyen insanlara sizce bunu yaptıran içlerindeki kötülük mü, yoksa bir çeşit patoloji mi? Ya da şöyle sorayım; doğuştan taşıdıkları genlerin etkisiyle mi cinayet işliyorlar, yoksa başka sebeplerle mi?
Kişiye suç işleten özgür irade mi, yoksa genetik determinizm mi tartışmasının 40 yılı aşkın bir geçmişi bulunuyor. Önceleri iki Y kromozomu taşıyan, yani XY olacak yerde, XYY olan erkeklerin suç işlediği sanılmış, “daha fazla erkek” olan bu kişilerin, kalıtımsal kusurları nedeniyle, elinde olmadan, şiddet göstermeye ve suç işledikleri ileri sürülmüştür. Amerikan ve Alman mahkemeleri, böyle bir savunmaya hiçbir zaman itibar etmemiştir ama, bir Avustralya mahkemesi, yaşlı kadını öldüren XYY kromozomlu kişiyi, cezaevine değil, akıl hastanesine göndermiş, bir Fransız mahkemesi, mahallesindeki fahişeyi boğarak öldüren kişinin hapis cezasını, XYY kromozomu taşıdığından yedi yıla indirmiştir. Sonraki yıllarda, suç işleyenlerde XYY kadar, XXY anomalisine de rastlandığını ortaya çıkınca, bu kusurların şiddete değil, ama zeka geriliğine yol açtığı kesinlik kazanmıştır. Davranış biçimi ve ruhsal hastalıklara, tek bir gen neden olmuyor. Bunlar, birden fazla genin birbiriyle etkileşiminin bir sonucu. Üstelik bu genler, çevre faktörleri tarafından da denetlenir. Dolayısıyla, genetik determinizme dayanarak, suçluları savunmak mümkün değil. Steven Spielberg’in Azınlık Raporu’ndaki gibi gibi, teker teker avlamak da mümkün değil.
Saldırgan davranışlar sergileyen kişilerin ortak özellikleri neler?
Saldırgan davranışlar sergileyen kişilerin büyük bir bölümü, küçükken anne ya da babasından dayak yediğini söylemiştir. Yani, çevre koşulları, ileri yaşlardaki şiddete yatkınlığını belirliyor. Suçu önlemek istiyorsak, aile içi şiddeti mutlaka engellemeliyiz. İşte bunun genetik bir nedeni var. MAOA adlı gen bulunuyor. Bu genin, “uzun” ve “kısa” diye nitelenen iki şekli var. Uzun şeklini taşıyanlar, çocukluklarında fena muameleyle karşılaşsalar bile ileride şiddet göstermiyor, antisosyal davranışlar sergilemiyorlar. Kısa şeklini taşıyanlar ise, risk altında. Dayak yerlerse, onlar da ileri yaşlarda şiddet gösteriyorlar. Buna karşılık, huzurlu bir ortamda büyürlerse, antisosyal davranışlar gözlenmiyor. “Kısa” ve “uzun” MAOA’ların görülme sıklığı ırklara göre değişiyor. Henüz etnik kökene göre bir farklılık olup olmadığı bilinmiyor. Genin bir diğer ilginç özelliği, X kromozomu üzerinde bulunması. Yani, çocuğun cinsiyetini baba belirlerken, şiddet gösterme riskini taşıyıp taşımayacağına anne karar veriyor.
Ayrımcı görünmek istemem ama kadınlarla erkeklerin işledikleri suçları karşılaştırabilir misiniz diye sorayım Nerelerde ayrılıyorlar, nerelerde benziyorlar?
Kadınların, özellikle yaşlı olanlarının, erkeklerden daha az tehlikeli olduğuna inanılır. Aslında, erkek gibi davranmayıp, cinayet silahı olarak tabanca ya da bıçağı değil, ilaç ve zehirleri tercih ettiklerinden, birçok kadın katil hiç yakalanmamış olabilir. 62 seri katili değerlendiren bir araştırma var. Toplamda 500 kadar kişiyi öldüren kadınlar bunlar. Genellikle tek başına hareket etmiş ve geç yaşta öldürmeye başlamış dul ya da hemşireler. Daha öncesinde başka suçları yok. Bu nedenle erkek katillerden daha zor yakalanmışlar. Kadınlar, genellikle para ve statü için öldürür. sabırlı ve organizedirler. Çoğu, zehir kullanır. Terk edilme, cinsel istismar, aşırı disiplin birçoğunun ortak geçmişidir. Bu arada, çok sayıda kadının, cinayetlerinde erkekleri kullandıkları, böylelikle yakalanmak ve hapse girmekten kurtulmaya çalıştıkları, belki de kurtuldukları, unutmamalı.
Birçok ünlü seri katilin yanında onlara yardım eden kadınların, eşlerinin, sevgililerinin olmasını, bu kadınların özellikle de kadın kurbanların aşağılanmasına, eziyet görmesine, katledilmesine göz yummakla kalmayıp bizzat ellerini kana bulayarak yardım etmelerini neye bağlıyorsunuz?
Kadının sevgiliyi ya da kocasını kaybetme korkusu elbette önemli bir motif. Ancak kadınların sıklıkla, cinayet işlemede erkekleri kullandığı, kiralık katil tuttuğu da unutulmamalı.
Bir katil sevilebilir mi, yani kabul edilemez türden suçlar işlemiş birine aşık olunabilir mi? Olunursa neden olunur sizce?
Seri katiller genellikle çok ilgi çeker. Bunların “hayvansı” insanlar olduğu kanısı yaygındır. Aralarından genç, eğitimli ve yakışıklı olanlar, bu istisnayı bozduğundan, diğerlerinden daha fazla konu edilir. Örneğin, sayıları 40’ı bulan genç kızı öldürmekle suçlanan, uzun dalgalı saçlı, güzel yüzlü, Wahington Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunu Ted Bundy, 1989’da elektrikli sandalyeye oturduğu ana kadar, her gün en az 200 hayranından mektup almıştır.
Geçtiğimiz yıllarda genç bir çocuk annesini nasıl öldüreceğini facebook’taki ‘arkadaşlarına’ s ormuştu. Siz de internetin katillerin işini kolaylaştırdığıona dair birçok örnek veriyorsunuz kitabınızda. İntihar siteleri aracılığıyla cinayetler işleniyor mesela veya çeşitli kriminal yöntemlerin ipuçları uluorta yayılıyor… Bu konuda ne söylersiniz?
Söylenecek pek fazla birşey yok. Eğitim meselesini çözemiyorsak, okulları kapatalım diyemeyeceğimiz gibi, zararlı etkilerinden kurtulamıyoruz, interneti yasaklayalım demenin de bir anlamı yok. Yasaklanan sitelere de, meraklısının bir yol bulup girebildiği ortada. Demek ki, bir yandan kullanıcının aydınlatılması, diğer yandan toplumsal sorumluluk bilincinin geliştirilmesi gerekiyor. Annesini nasıl öldüreceğini facebook’taki arkadaşlarına soran çocuğun yazdıkları, polise iletilmiş olsaydı, IP numarasından nerede oturduğu saptanır, çocuk bir psikiyatra yönlendirilir, cinayet önlenirdi. Bu arada, özelliklere küçük çocukları koruyabilmek amacıyla, internette karşılaştıkları kişilerin, hiç de sandıkları kişi olmayabileceğini öğretmek gerekiyor. Yeri gelmişken, chat odalarında çok sayıda polisin gezindiğini ve ciddi biçimde suçların önlenmesine ve suçlunun bulunmasına katkıda bulunduklarını da belirtmekte fayda var.
Ölmeye karar veren bazı insanların, ki sanırım sayıları gittikçe artıyor, intihar sitelerine başvurarak birlikte ölebilecekleri kişiler araması benim tüylerini ürpertti. İletişimi ölmek için kullanmak denebilir mi?
Dünya Sağlık Örgütü intiharı, önlenebilir bir hastalık olarak kabul eder. Dünya genelinde yılda yaklaşık 10-20 milyon kişi intihar girişiminde bulunuyor ve her 35-40 saniyede bir kişi yaşamını yitiriyor. Hindistan ve Çin dışında, intihar etmek isteyenler genellikle kadın, son noktayı koyabilenler ise erkeklerler. Çok şükür Türkiye, intihar oranı en düşük ülkelerden biri. Öte yandan, birlikte intihar, yeni bir olgu değil. Yüzyıllar geride kalan, liderlerinin acısına dayanamayan 47 Japon savaşçının efsanevi toplu intiharı, Japonların hala aklında. Bundan on yıl kadar önce, Kaliforniya’da 38 kişi, Hz. İsa’yı taşıdığına inandıkları uzay gemisine binebilmek için bir örnek giyinmiş, yanlarına “Neme lazım, belki yolda lazım olur” diyerek beşer dolar almış, fenobarbitalli votkaları içtikten sonra kafalarına naylon poşet bağlayarak intihar etmişti. Vaiz Jim Jones, Halkın Tapınağı tarikatının 913 müridini aynı anda siyanür içmeye teşvik edebilmişti. Şimdilerde internet sayesinde kurban bulmak kolaylaştı. Birbirini hiç tanımayanların bir arada intiharına, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Avrupa ülkelerinde rastlanır oldu. Bu kişiler birbirlerini, chat odalarında, forumlarda, MySpace bloglarında buluyor. Aralarında, niyetlerini, son dakikalarını videoya kaydedip Youtube’a gönderenler bile var. Ancak, intihara meyilli olmayanın, bu yolla kandırılabileceğini sanmıyorum. İntiharı düşünen, ama yalnız ölmeye korkanların ise işini kolaylaştırdığı muhakkak.
Popülasyon genetiği sayesinde insanlığın on binlerce yıllık geçmişine seyahat edilebiliyor, topluluklar arası akrabalıkları, kimin nereden nereye göç ettiğini bulabiliyoruz, diyorsunuz. Genetik biliminin ilerlemesi ırkçılığa da darbe indiriyor olabilir mi?
Evet, genetik bilimi, ırkçılığa darbe vurmuştur. Belirttiğiniz gibi, popülasyon genetiği topluluklar arasındaki akrabalıkları, nereden nereye göç ettiklerini genetiğin ışığıyla aydınlatmaya çalışır. Yarım asır kadar önce başlayan çalışmalar sayesinde, milliyetçi ve ırkçı ideologların kendi amaçları doğrultusunda yorumladığı, dil ve kültür birliği gibi kavramlar sarsılmıştır. Genetik açıdan insanlar, kuşlar gibi ırklara ayrılamaz. Hepimiz, bundan yaklaşık 140 bin yıl önce Afrika’da yaşamış bir kadının mitokondriyal DNA’sının özelliklerini taşıyoruz. Erkeklerin Y-kromozom DNA’sı da, bundan 60 bin yıl kadar önce yine Afrika’da yaşamış bir erkeğin özelliklerini koruyor. İnsanların, cilt rengi, göz rengi gibi fiziksel özellikleri kodlayan genlerinde farklılıklar var ama, bir ırkı diğerinden ayırmaya yarayacak gen bölgeleri bulunmuyor. Kısacası, DNA düzeyinde, sınıflanabilir alttürlerimiz yok. Sadece, kuşaklar boyu aynı coğrafyada yaşamış olanlarda bazı işaretlere daha sık rastlanıyor. Bir toplulukta gözlenen ve diğerlerinde hiç rastlanmayan bir genetik özellik bulunmuyor. Dolayısıyla, DNA analizleriyle etnik grupları birbirinden ayırmak mümkün değil.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest