Egoist okur

Tim Parks’tan okumayla ilişkimize dair denemeler

Bizim sevmediğimiz kitapları başkaları nasıl sevebilir? Bir eseri yeniden okumanın bize ne gibi bir faydası olabilir? Daha iyi okuyabilir miyiz? Eğer öyleyse, bunu nasıl yapabiliriz? Başucumda bu kez, tanınmış yazar Tim Parks’ın Elde Kalem: Okuma, Yeniden Okuma ve Diğer Gizemler adlı kitabı var.

Elde Kalem, Tim Parks
Tim Parks soruyor: “Edebiyat ölüyor mu?”
Joyce, Dickens, Hardy ve Lawrence’la düşsel buluşmalar

Tim Parks’tan okumayla ilişkimize dair

Europa, Kader, Ben Buradan Okuyorum, Ölümü Resmetmek, Zihnin Ucu Bucağı gibi kitaplarıyla tanınan Tim Parks, romancılığı, kurmaca dışı eserleri ve çevirmenliğinin yanı sıra çeviri meseleleri ve edebiyat üzerine kafa yoran bir yazar. “Okuma, Yeniden Okuma ve Diğer Gizemler” alt başlığını taşıyan Elde Kalem de bu çok sevilen yazarın edebiyatla kurduğu aktif ve sorgulayıcı ilişkiyi gösteren denemelerden oluşuyor. Kitabın adı –Elde Kalem– içeriği açık ediyor aslında. Parks’a göre okumak pasif bir eylem değil çünkü, tam aksi tıpkı yazmak gibi o da bir üretme, yaratma biçimi. O yüzden okurken elinizde muhakkak bir kalem olmalı ve siz notlar almalı, kitabın kenar boşluklarına fikirlerinizi karalamalı, gerektiğinde yazarla tartışmalı hatta belki onun kelimelerini kendinizinkilerle değiştirmelisiniz.

Parks’a göre okunup sevilen bir kitabın rafa kaldırılması da mümkün değil. Çünkü gerçek okuma deneyimi ikinci okumayla başlıyor. İlk okuma yalnızca sayfa çevirme ve göz gezdirme düzeyinde gerçekleşirken ancak ikinci okumada metnin derinliği ortaya çıkmaya başlıyor. Çoğu büyük kitap ise üçüncü, dördüncü okumaları şart koşuyor. İngiliz düşünür Francis Bacon’ın o pek meşhur sözündeki gibi. Bacon, “Bazı kitaplar tatmak, bazı kitaplar karın doyurmak, pek az sayıdaki bazı kitaplarsa çiğnenmek ve sindire sindire yemek içindir,” demişti. Parks da bir kitabın tadına bakmakla onu sindire sindire yemek arasındaki farkı vurguluyor.

Samuel Beckett gibi edebiyatçılara döne döne uğrayan, bıkıp usanmadan onlardan bahis açan Parks’ta dikkati çeken bir unsur da fildişi kulede yaşayan yazarlardan olmaması. Üzerine konuşulacak kitaplar ve sözü bile edilmeyecek kitaplar gibi bir ayrım yapmıyor ve mesela genel olarak dokunulmaz kabul edilen Elena Ferrante’nin kitaplarını da kıyasıya eleştiriyor, Harry Potter’lar gibi akademisyenlerin yüzüne bakmadığı popüler serileri de. Eleştirilerinde samimi ve çok net. Bir yazarı ya da kitabı sevmediğinde, beğenmediğinde, yetersiz bulduğunda bunu saklamaya çalışmıyor, gereksiz nezaket numaraları yapmıyor ve okuma deneyimini olduğu gibi paylaşıyor. Bize de dürüstlük ve cesaret aşılıyor böylece. Ve her zaman yeniden okumaya teşvik ediyor.

Açıkçası, kısacık denemelerden oluşan bu kitap tekrar tekrar okunacaklar rafındaki yer almayı sonuna kadar hak ediyor.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments