GOLEM VE CİN: Aynı yarayla bağlananların hikâyesi
Helene Wecker‘in romanı Golem ve Cin‘i arkadaşım Aycan Aşkım Saroğlu yazdı. Hem de nasıl bir hararetle… Golem Yahudi kültüründen alınma kilden yapılma bir varlıktı, Cin ise Arap kültüründen gelen ve ateşten oluşmuş bir mahluk… Biri kadındı, öteki erkek… Kaderleri 1899 New York’unda Küçük Suriye Mahallesi’nde kesişiyordu. Sonrası soluk kesen, sarsıcı bir fantastik maceraydı; içinde tarih, mitoloji, büyü, din, aşk, varlık, yokluk ve gizem vardı…
Okuyun, sonra da mutlaka Golem ve Cin’i edinin, pişman olmayacaksınız.
Helene Wecker röportajı: “Araplarla Yahudilerin paralel tarihini yazdım”
Fantastik edebiyatın yeni yıldızından unutulmaz bir aşk hikayesi
Size şöyle bir romanı okumaya başladım deseydim ne derdiniz?
1899’da Polonya Danzing’de Otto adında genç bir adam, Yehudah Schaalman adında yaşlı ama çok güçlü bir büyücüye gidiyor ve kendisine eş olarak bir Golem yapmasını istiyor. Golem aslında Yahudi mitolojisine göre kilden yapılarak canlandırılmış bir varlık. Ruhları yok, fakat canlı gibiler, sahiplerine bağlı çalışıyorlar ve insandan ayırt edilemiyorlar. Golemler sahiplerine köle olarak koşulsuz hizmet ediyorlar ama bütün köleler gibi yoldan çıkabildiklerinde bütün duvarları yıkan bir yok ediciye dönüşebiliyorlar. Golemlerin bir özelliği de insanların, tabii öncelikle sahiplerinin duygu ve düşüncelerini okuyabilmektir. Otto mutsuz bir adamdır, o ilk kez gelenekleri tersine çevirip kendine eş olarak bir golem istemiştir. Zira o güne kadar hiç dişi Golem yapılmamıştır. Bazı özellikler de talep etmiştir büyücüden, çalışkan, zeki ve meraklı olsun gibi… Otto güzel golemini bavuluna koyar ve yeni bir hayat kurmak üzere New York’a doğru yola çıkar. Ancak hayat ona izin vermeyecektir, ağır bir hastalığa yakalanmıştır ve New York’a inmeden önce hayatını kaybeder. Ancak ölmeden önce Golem’e komut verip canlandırmıştır. Genç bir kadın ya da daha doğru bir deyişle çalışkan, meraklı, güzel ancak kilden yaratılmış, köle olmak üzere dünyaya gelmiş, insanların duygu ve düşüncelerini okuyabilen Golem bir başına New York’ta kalakalmıştır.
Aynı zamanlarda ise New York’un Suriye Mahallesi’nde bir başka genç bir kadın, kalaycı Arbeely’ye eski bir ibrik getirir tamir edip parlatması için, kalaycı ibriği parlatırken içinden bir duman yükselir ve bir gölge çıkagelir. Aslında tam 1000 küsur yılı aşkındır bu ibriğin içine hapsolmuş bir cindir. Usta bir büyücünün hapsettiği Cin, yakışıklı bir adam suretinde tekrardan dünyada ve New York’tadır bu kez. Ateşten yaratılmış bu varlık çok yakışıklı ve çok yetenekli bir adam suretinde görünse de aslında Suriye çöllerinde muhteşem bir sarayı olan bambaşka dünyaya ve ırka ait bir cindir. New York’taki yağmurlardan korkan bu adam daha sonra Ahmed adını alacaktır. İşte Ahmed ile daha sonra Havva adını alan Golem’in hayatlarının kesişmesinin ve bir dizi heyecanlı, gizemli, şaşırtıcı, ürpertici, hayretlere düşürücü, öyküsüdür Golem ve Cin. Bir anlamda çok yalnız, çok sıra dışı, çok kırılgandırlar, ikisi birbirinden çok farklıdır. Ama ikisi asıl olarak insan olmadıkları için bütün dünyadan farklıdır, işte tam da bu nedenle birbirlerine yakındırlar, çünkü diğer insanlardan farklı olmalarıyla birbirlerine bağlanmışlardır. Onları birbirine bağlayan şey, insanların dünyasında insan olmamalarıdır, o yüzden çok yalnız ve birbirlerine muhtaçtırlar.
Doğru söyleyin, merak edip okumaz mısınız? Okumam ve merak etmem diyene şaşarım ve inanmam. Zaten okumaya başlayınca merakınız ve heyecanınız bin kat artacak, buna adım gibi eminim.
O kadar yaratıcı, o kadar etkileyici ve o kadar sürükleyici ve bana kalırsa o kadar arketipsel bir hikâye ki Golem ve Cin…
Arketipsel demekle ne demek istiyorum, bunu biraz açmak istiyorum müsaadenizle.
Fantastik edebiyatla arketiplerin çok ilgisi var. Bence bu kitap da bu arketipleri ve mitolojiyi son derece iyi biliyor.
Fantastik edebiyatın en büyük gücü, kullandığı sembollerin ve sembolik dilin enerjisinden kaynaklanır. Sembol denen şey aslında; kadim bir bilgiyi binlerce yıl boyunca korumanın en etkili ve en kısa yoludur. Sembol ölmez, çünkü onun anlamı ve bu anlamın içsel kaydı doğrudan bilinçdışına geçer. Bilinçdışında korunur kuşaklarca. Bilinçdışı denilen o büyük okyanus da çoğu zaman asıl karar merkezimizdir. Bunu en iyi Dinle Küçük Adam kitabıyla milyonlarca insanı etkilemiş Willhelm Reich’ın saptamasında buluruz: Evet annemizin ninnileri ya da çocukken kulağımıza fısıldanan hikâyeler bizim davranışlarımızı, yani hayatta aldığımız tutumları üniversitede okuduklarımızdan daha çok etkiler. Çünkü onlar doğrudan bilinçdışımızı tetikler. Hikâyeler bilinçdışımızdaki sembolleri çalıştırırlar. İyi kitapların asıl başarısı bilinçdışı sembollere ulaşabilme yeteneğidir, bunu edebiyat yoluyla yapsa da, aslında binlerce yıldır iç sesimizde olan bilgiye erişmeyi başardıkları için büyük kitaplardır ve kitleler tarafından benimsenirler.
O yüzden örneğin sinemada Star Wars’un efsane oluşu boşuna değildir, tıpkı Alice Harikalar Diyarı’nın, Harry Potter serilerinin ya da Yüzüklerin Efendisi’nin büyük başarısı gibi. Çünkü bunlar bilinçdışındaki sembollere ulaşmayı başaran eserlerdir, gücünü ruha ulaşma yeteneklerinden alırlar. İçimizdeki mitlere dokunurlar.
İşte bir ilk kitap olmasına rağmen Golem ve Cin gerek konusu, gerek sembolleri kullanışıyla tam da böyle bir roman. Bir arketip romanı, mitlere, dine, eski bilgilere ve sembollere değinerek bilinçdışımızın o karanlık alanındaki doğru notalara basmayı beceriyor ve dahası bunu muhteşem bir şekilde gerçekleştiriyor. Ölüme, eski hayatlara, gizemli metinlere, çöle, uzak diyarlara, bilinmeyene, kutsal metinlerde işaret edilenlere, ölüme, ölümsüzlüğe, sonsuz aşka, kudret ve cürete, Tanrı ve şeytana dair bütün arketipsel kalıplarımıza bilinçaltımıza ustaca dokunuyor ve bizi kıskıvrak bağlıyor kendine.
Soluk soluğa okutan ve durmadan merakı kaşıyan diliyle de bu sözünü ettiğim büyük fantastik klasiklerin arasında yerini alıyor. Doğrudan mitolojiyi kullanıyor. Söyledikleri kutsal metinlerde geçen şeyler, geçmişin sırlı kitaplarındaki gibi gün ışığına çıkıyor, ruhumuzu derinden sarsarken sürekli “acaba” duygusu içimizde ve peşimizde. Sadece acaba mı? Başka duygular da var. Olamaz, gerçekten mi? Ya öyleyse… Yoksa yoksa…
İki coğrafya, yaraların bağladığı bir puzzle’la bağlanıyor diyelim.
Bu iki sıra dışı yaratığın aslında bilinçaltımıza dokunan başka yanları da var. Birisi kilden yaratılmış ki sonradan ona Havva adı veriliyor. Diğeri ateşten… Biri Yahudi mitolojisinin bir ürünü, Cin ise İslam kültüründe geçen bir öğe. Yazarın Yahudi, eşinin de Arap oluşuyla ilginç bir bağ da var. İkisi de diğerlerine benzemezlikleriyle birbirine yaklaşan iki kültür. Kitapta bu bağın derinliğine ilişkin bir başka ipucu da var ama onu da söylemeyeyim de sürpriz olsun. İki coğrafya, yaraların bağladığı bir puzzle’la bağlanıyor diyelim. Böylece tam 640 sayfa nasıl uçup gidiyor anlamıyorsunuz bile. O kadar ayrıntılı tasvirler, o kadar gerçekçi bir anlatım var ki sadece Golem’e ve Cine’e inanmakla kalmıyor, o dönemin New York’unu da gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Karakterler birbirinden etkileyici: İçine cin girdikten sonra insanların yüzüne bakamaz olmuş eski doktor, yeni dondurmacı Salih; haham Rabbi Meyer; Bedevi kızı Fetva; büyücü Yehudah Schaalman; New York’un cine âşık, zengin ve güzel kızı Sophia; tüm zamanların büyücüsü İbn Malik; kalaycı Arbeely; küçük yetim Matthew; sosyalist inançları yüzünden ateist olmuş Michael…
Bana göre Helen Wecker yaratıcılıkta sınır tanımayan bir hikâye anlatıcısı, sanırım J.K. Rowling’in tahtını sallayacak tanıdığım bir aday.
Golem Havva ve Cin Ahmed’in karakterleri müthiş çizilmiş. Bu biri Yahudi kültüründe, diğeri İslam kültüründe geçen iki karakter kendi varoluşlarının bütün özelliklerini korumakla birlikte insan olmanın tuhaf gelgitlerine de kapılmaktan kendilerini alamıyorlar. Hem güçlüler hem kırılganlar. Cin bütün türdeşleri gibi ateşten yapılmış, doğal düşmanları su ve demir. Golem ise kilden yapılmış ve zaman zaman kontrol edilemez bir gücü var, bu güç kontrolden çıkıp yakıcı ve öldürücü bir şiddete dönüşebiliyor.
Tarih, büyü ve din bu hikâyede birbirine karışırken bu iki uykusuz yaratık New York çatılarında gece karanlıkta sıçrayarak ilerlerken, onları diğer insanlardan ayıran farklılıklarının getirdiği yalnızlığı da birlikte aşmayı deniyorlar… Ama bazen hayat karşılarına dikiliyor.
Gerçekten iyi bir hikâye okumak istiyorsanız, buyurun… Unutulmaz bir yolculuk sizi bekliyor. Helen Wecker fantastik edebiyatın yeni yıldızı.
Aycan Aşkım Saroğlu
Subscribe
0 Comments
oldest