Egoist okur

Bilimkurgu üstadı bir bahçıvanın nevrozları

Literatüre “robot” sözcüğünü kazandıran kişi olan Karel Čapek’in, Livera Yayınevi’nden çıkan Bahçıvanın Bir Yılı adlı kitabı şahane bir bahar-yaz okuması…

Bahçıvanın Bir Yılı
Richard Brautigan’ın başlattığı şiir ve tohum hareketi

Karel Čapek’in RUR oyunundan

Bilimkurgu üstadı bir bahçıvanın nevrozları

1890-1938 yılları arasında yaşayan Çek roman, öykü, oyun ve deneme yazarı Karel Čapek, bir taşra doktorunun oğlu olarak Prag, Berlin ve Paris’te felsefe okudu, 1917’de ülkesine döndükten sonra da gazeteciliğe başladı. Bir süre sonra öyküler yazmaya başladı. Çoğunlukla uzayda geçen bilimkurgu öyküleriydi bunlar ve türün diğer örneklerinden, yoğun miktarda mizah içermeleriyle ayrılıyorlardı. Sosyal felaketlerin, diktatörlerin, adı ne olursa olsun faşizmin, savaşın, şiddetin ve tröstlerin yaşam üstündeki etkileriyle ilgilenen Čapek bir süre sonra bilimsel keşifler ve teknolojik ilerlemelerin insanı nasıl büyük isyanlara teşvik edebileceğini anlattığı distopyalar da yazmaya başladı.

Avrupa’da hem faşizmin hem de komünizmin yükselişine karşı çıkan Čapek’in en tanınmış eseri RUR (Rossum’un Evrensel Robotları) adlı tiyatro oyunu. İş Kültür Yayınları etiketiyle basılan kitap, bir Frankenstein uyarlaması.

Çapek 1921 tarihli eserinde Slav dillerindeki eski bir kelimeden yararlanmış: “Robota” kelimesi, “çalışan, hizmetli, işçi” anlamlarına geldiği gibi “zorla çalıştırılan, angarya işlere koşturulan kişi” anlamında da kullanılıyormuş. Bugün tüm dünya dillerinde insan taklidi makineler için kullanılan “robot” kelimesi de buradan türetilmiş. Čapek oyununda insandan daha hassas ve güvenilir makineler icat eden bir bilim insanını anlatıyor. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Yıllar geçtikçe işler değişiyor ve makineler insanlara hükmetmeye başlıyor. Şaşırdık mı? Elbette hayır.

Şahsen herkes okusun bu ilginç kitabı ama benim şu sıralar zevkle içine düştüğüm Čapek kitabı başka, bambaşka.

Gelin sizinle Bahçıvanın Bir Yılı adını taşıyan bu nefis kitaba bir göz atalım.

Karel Čapek

Bahçıvanın 12 ayı

Bir düşünür, üstelik sıkı bir siyasi eleştirmen, bahçecilik üzerine ne yazabilir demeyin. Čapek aylara bölerek yazdığı ve bizzat resimlediği aşırı tatlı ve çok eğlenceli kitabında bir bahçıvanın olası kederlerine, sevinçlerine, takıntılarına ve çılgınlıklarına bakıyor. Bahçesinde yetiştireceği çiçekler için gübre niyetine sokaklardan at pisliği toplaması gibi ayrıntılar günümüz koşullarında epey demode kalıyor belki ama kimi zaman hava şartlarından, kimi zaman da bahçe hortumunun hain ve öngörülemez doğasından yakınan Čapek’in neşeli ve sevecen dili tüm demodelikleri etkisiz kılıyor.

Küçük balkonumda alçakgönüllü bir bahçe oluşturmaya çalıştığım şu günlerde açıkçası ben bu kitaba bayıldım. Çok da güldüm… Hele artık yıllardaki o fazladan günün mayıs ayında değil de şubat ayında olmasını adil bulmayışının gerekçelerini okurken kahkahalarımı tutamadım. (Halihazırda en çok ihtiyacım olan şeyin gülmek olduğunu kabul ediyorum.)

Mart ayına ayrılan bölüm şöyle başlıyor: “Bugün günlerden 30 Mart, sabah saat onda altınçanağın ilk çiçeği arkamdan açtı. Bu tarihi anı kaçırmamak için üç gündür minik altın bir baklaya benzeyen en büyük tomurcuğunu gözleyip duruyordum; her şey tam ben yağmur yağacak mı yağmayacak mı diye gökyüzüne bakarken olup bitti. Yarın artık altınçanağın sürgünleri altın yıldızlarla kaplanmış olacak. Durdurmanın imkanı yok. Elbette yine en hızlı davranan leylaklar oldu; göz açıp kapayıncaya dek bir sürü ince ve narin yaprak filizleniverdi. Leylakları ne kadar gözlersen gözle, yakalayamazsın mirim. Ribes aureum da dişli ve kıvrımlı yakalarını geliştirmeye başlıyor fakat diğer çalı ve ağaçlar hala topraktan veya gökten gelecek ‘şimdi’ komutunu bekliyor. O an tüm tomurcuklar açılacak ve bahar gelmiş olacak.”

Sonra alıyor başını gidiyor Čapek ve bizler de satırlar boyunca deneme sanatının başyapıt düzeyindeki örneklerinden birini okuyoruz o sayede. Neden sonra sadede geliyor ve bölümü şöyle noktalıyor:

“İşte! Ben bunları yazarken besbelli o esrarengiz ‘şimdi’ komutu geldi; daha sabahleyin sert kundak bezleriyle sarmalanmış tomurcuklar narin yaprak uçlarını çıkardılar, altınçanak sürgünleri yıldızlarla parıldadı, şişkin armut tekerleri biraz yayvanlaştı ve ne olduğunu bilmediğim birtakım tomurcukların uçlarında altın yeşili gözler parıldamaya başladı. Reçineli pullarından gencecik filizler uç verdi, şişman tomurcuklar çatladı ve içlerinden dallı budaklı telkariler çıkıyor. Utanma kızarmış yaprakçık, acil katlanmış yelpazecik, kalk artık tüylü uykucu; yol emri verildi. Yazılmamış marşın giriş fanfarları, başlayın! Güneşte panldayın, altın renkli nefesliler, gürüldeyin, davullar, ıslık çalın, flütler, püskürtün damlacıkları sayısız kemanlar; çünkü sessiz, kahverengi ve yeşil bahçe muzaffer marşına başlıyor.”

Kitapta kısa ama etkili bir “bahçıvanın duası” var ve o kadar güzel, o kadar cesaret verici ki.

Karel Čapek, hayata dair enfes bir saptamayla noktalıyor kitabını:

“Biz bahçıvanlar adeta geleceğe dönük yaşarız; güllerimiz mi açtı, gelecek sene daha iyi açacaklarını düşünürüz; on yıl kadar sonra şu çam fidesi ağaç olacak -şu on yıl çabucak geçse ya! O küçük huş ağaçları elli yıl sonra ne olacak görmek isterdim. En has, en güzel şeyler önümüzde… Her geçen yıl büyütüyor ve güzelliğe güzellik katıyor. Şükürler olsun, bir yıl daha ilerlemiş olacağız!”

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments