İstanbul’un gezici kitapçısı: BİSİKLETLİ SAHAF
Sahaf dükkanlarına olan düşkünlüğümü herkes bilir. Bir kitabın peşinde kaybolmak ve onu ararken adını bile duymadığım başka kitapları keşfetmek, okumak ve sohbet etmek için ideal mekanlardır. Fakat şimdi yeni bir keşfim var: Birkaç ay önce açılan Bisikletli Sahaf yani Rüzgar Yolgezer‘in gezici tezgâhı. Rüzgar’ın bir de ortağı var, Filiz. (Onlar Rüzgar ve Filiz Çöpçü olarak anılmayı tercih ediyorlar. Sebebini biraz aşağıda okuyacaksınız.)
Bisikletli Sahaf’ın işleyişi şöyle: Ellerinde hangi kitaplar olduğuna ve fiyatlarına internet sitesindeki listeden bakıp siparişinizi veriyorsunuz, onlar da nerede oturursanız oturun, kitabı size getirip bırakıyorlar. Bisikletleriyle. Karda, kışta, çamurda… Yorulmadan, üşenmeden.
Rüzgar’ı size biraz daha anlatayım… Elinden geldiğince para harcamadan yaşama kararı almış. Hem o yüzden hem de hayvan yememek için freegan’lığı seçmiş. Cep telefonu bile yok. Fosil yakıt kullanmadan on binlerce kilometre katederek Avrupa’yı dolaşmış. Ortağı Filiz’le de o yolculuk sırasında, Belçika’da tanışmışlar. O gün bugün bir aradalar. Yakında Anadolu’yu köy köy gezerek tohum ve masal toplamaya başlayacaklar. Uzatmayıp burada kesiyor ve sizi onların anlattıklarıyla baş başa bırakıyorum.
Bu arada Bisikletli Sahaf’a kitap sipariş etmek için iki ayınız kaldı. Hadi lütfen, tohumlar ve masallar için, bir de benim hatırım için bunu yapın…
Adresleri burada…
Gülenay Börekçi
Rüzgar ve Filiz Çöpçü ve şeker mi şeker selfie’leri…
“Tohum ekilmezse ölür, masal anlatılmazsa”
Bu kadar farklı bir hayatı seçtiğinize göre nasıl büyüdüğünüzü merak ediyorum…
Herkes gibi. Türkiye’deki her çocuk biz de baskıcı toplumun ezberi eğitim sistemiyle yetiştik ve bundan kurtulup kendimizi bulmamız yıllarımızı aldı. Üniversitede de durum parlak değildi, bize para kazandıracak bölümler seçmeye zorlandık.
Peki bugün?
Tam da gerektiği kadar “tembel” insanlarız.
Ne demek bu?
Tembelliğimiz sayesinde bize bol bol enerji ve zaman kalıyor, bunları kullanarak bize keyif verecek, fikirlerimize uygun işler yapıyoruz. Yusuf Atılgan’ın ünlü romanındaki “Aylak Adam” gibiyiz, tek fark bizim parasız olmamız.
Geçen yıl kuruş para harcamadan ekolojik bir Avrupa turu yaparak 17 ülkeyi dolaşmışsınız. Amacınız neydi; eğlenmek mi farklı bir deneyim yaşamak mı?
Amaçlarımızdan biri tabii ki eğlenmekti, fakat dikkat çekmek istediğimiz noktalar da vardı. 2014’ün baharında bisikletle çıktığımız Avrupa turunu hiç fosil yakıt harcamadan, hayvan yemeden, gerektiğinde çöpten beslenerek tamamladık. İnsanlara, yola çıkarken söz verdiğimiz gibi, “Görün işte, böyle de olabiliyormuş” diyebildik.
Yolculukta yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?
Yolda olan herkes gibi biz de birçok ilginç şeyle karşılaştık. Parasızdık, bu yüzden normalde olabileceğinden daha fazla insanla temas etmemiz gerekti. Yemek bulamadığımızda birilerinden istedik. Bazısı kapısından kovarken, bazısı bizi evinde konuk etti, yedirdi, içirdi. Yemek bulamayıp geceyi aç geçirdiğimiz de oldu. Bazen uyumak için şehir parklarını, otobüs duraklarını veya birilerinin bahçelerini kullandık.
Çöpten beslenmek nasıl bir şey?
Biz Freegan’ız. Buna, insanın kendi kendinin efendisi olması denebilir. “Vegan” ve hem bedava hem özgür anlamına gelen “free” sözcüklerinden türetilmiş. Freegan’lar yani Türkçesiyle çöpçüler, para harcamadıkça özgürleşen ve kesinlikle et yemeyen insanlar. Ellerinden geldiğince ekonomik sistemin dışında yaşamaya çalışıyorlar, çünkü o sistemin efendileri var ve para kullanmak bir yerde onlara biat etmek oluyor. Freegan’lar ya yiyeceklerini çöpten kurtarıyor ya da bahçelerinde meyve sebze yetiştiriyorlar. Fosil yakıt yerine de kas gücünü tercih ediyorlar.
Parasız yaşamak ile para için didinmek arasında bir karşılaştırma yaparsanız…
İstanbul’da, paraya dokunmadan yaşamak pek mümkün değil. Bisikletli Sahaf’ı o yüzden kurduk. Gündelik hayat ve fikirlerimizle çatışmayan bir iş olduğundan, seve seve yapıyoruz. Aksi takdirde kendimizden ödün vermiş olurduk.
Joseph Campbell, Kahramanın Yolculuğu’nda her hayatın bir yolculuk olduğunu ve herkesin kendi yolculuğunda bir kahraman olma potansiyeli taşıdığını anlatıyordu. Siz nasıl kahramanlarsınız?
Güzelmiş. Oğuz Atay da “Hayatım, hayatımın romanı olsun” demişti. Gerçekten her insan bir kahraman, hepimiz kendi hayatlarımızda kahramanca işler yapmak istiyoruz. Sonra bir şekilde başka kahramanlar dahil oluyor romanımıza ve ulaşmak istediğimiz yere ulaşmamıza engel oluşturuyorlar. Ama zaten iyi bir romanın olmazsa olmazı çatışma, öyle değil mi? Biz de işte “biz” olabilmek için romandaki diğer kahramanlarla savaşan iki kişiyiz.
Bu iki muhteşem insanı bu kadar cesur olabildikleri için tebrik ediyorum.Son zamanda okuduğum en güzel ve umut verici yazı.