“Damardan gerçekçi” bir cehennem kitabı: 2666
Posted by gülenay börekçi on March 11, 2012 · 12 Comments
2666, kimilerinin 21. yüzyılın en büyük romancısı saydığı Şilili Roberto Bolaño’nun 2004’te, yani ölümünden bir yıl sonra yayınlanan son romanı. Bolaño, tedavisi güç hastalığının son aşamalarında bile inatla ve sabırla romanı üzerinde çalışmış, ilk taslaklarıysa yakında bu dünyadan göçüp gideceğini bilen bir adamın “Ya yetiştiremezsem” endişesi ve aceleciliğiyle yayıncısına teslim ettikten hemen sonra da ölmüştü. Patti Smith, Stephen King ve Kasuo Ishiguro gibi büyük isimlerin hayranlıkla söz ettiği kitap bizde Pegasus Yayınları’ndan çıktı…
Yazarın hayranlarından biri de Patti Smith.
“Damardan gerçekçi” bir cehennem kitabı: 2666
Okuduğum en acayip romanlardan biri olan 2666, birbirinden bağımsız olarak da okunabilen beş novella’dan oluşuyor. Dilerseniz bunları birbirinden bağımsız addedebilirsiniz. Hepsini tamamladığınızdaysa, aslında bir bütün oluşturduklarını fark edeceksiniz. İçinde görünüşte kendi halinde ama içten içe cehennemi andıran küçük bir kasabada işlenen kanlı cinayetler, ölüm, sonuçsuz ama zevkli edebi tartışmalar, Bolaño’nun en küçük ayrıntısına kadar anlattığı hayal ürünü kitaplar, varolmayan yazarlar, başka ülkelerde yaşayanların bir tutku yüzünden kesişebilen yolları, arayışlar, buluşlar, kayboluşlar, arzular, düşkırıklıkları yalnızlık ve kasvet var. Bolaño’nun keskin üslubu yazmaktan çok labirent kurmayı andırıyor. Neyse ki ironiden yoksun bir üslup değil bu, o yüzden bir an için bile sıkılmıyor, yorulmuyorsunuz.
Stephen King’den Patti Smith ve Kazuo Ishiguro’ya birçok ünlü yazarın hayranlıkla söz ettiği romanın her şeyi, hatta adı bile esrarengiz, şifreli. Çünkü epeyce kalın olan kitabın herhangi bir sayfasında 2666 tarihine bir gönderme yok. Öte yandan 2666 tarihi yazarın daha önce yazdığı birçok kitapta çeşitli şekillerde karşımıza çıkıyor. Mesela Amulet adlı romanında Mexico City’deki bir caddeyi “2666 yılının mezarlığı gibi” diye tarif etmişti. Vahşi Hafiyeler adlı romandaysa şöyle bir bölüm vardı: “Cesárea gelecek günleri anlattı. Öğretmen ona hangi zamanları kastettiğini ve neler olacağını sordu. Cesárea 2600 civarında bir yıldan bahsediyordu; iki bin altı yüz bir şey…” İlgisi var mı bilmiyorum ama İncil’de bu tarih, Yaratılış’tan tam 2666 yıl sonra gerçekleşecek ruhsal arınma, masumiyete dönüş zamanı geçiyor.
Hayatı boyunca politik görüşlerinden ötürü polisle başı epey derde giren, defalarca hapis yatan ve hayatının bir döneminde eroin bağımlısı olan huzursuz ruh Roberto Bolaño, Metis Kitap’tan çıkan Vahşi Hafiyeler romanında ‘damardan gerçekçiler’ adlı bir edebiyat akımı kuran birkaç genç şairin trajik, hüzünlü ama eğlenceli hikâyesini yazmıştı. İnsan, kendisinin de bir zamanlar “infrarealizm” akımını kurduğunu hatırlayınca, hafiyelik ile edebiyat eleştirmenliğini bir araya getirmeyi sevdiğini düşünebilir. 2666 zaten tam olarak böyle bir şey; “damardan gerçekçi” bir üslup denemesi. Ama kesinlikle üsluptan ibaret değil.
Roman, gerçek bir olaya dayanıyor. 1993-1997 arasında Meksika’nın Ciudad Juárez kasabasında işçi sınıfından gelen 400 genç, yoksul, eğitimsiz kadın vahşice katledilmiş. 1993’ten bu yana esrarengiz şekilde ortadan kaybolan ve bir daha haber alınamayan kadınların sayısıysa 5000’miş. Roman bu ürpertici cinayetler serisinden ilham alıyor. Sadece Ciudad Juárez’in adı Santa Teresa olarak değiştirilmiş.
Bu yazı çerçevesinde anlat deseniz, 2666’ya dair daha fazla şey anlatamam.İşin gerçekçilik kısmı bir yana, en çok edebiyata, yazının insanı götürebileceği tekinsiz alanlara dair olduğunu söylemek isterim. Bir de okursanız, pişman olmayacağınızı…
2666’ya dair ne dediler?
Müzisyen, şair, ressam, fotoğrafçı ve yazar Patti Smith, Roberto Bolaño’nun başyapıtı 2666’yı okuduğunda nasıl altüst olduğunu, “Kitaplar pek çok işe yarar, sizi bazen çalışmaya bazen eğlenmeye ve bazen de yazmaya teşvik eder. Bolaño’yu okumak bana yazma konusunda ilham veriyor. Tam bir dâhi. Simya gibi bir şey yapmış burada, edebiyatı gerçeğe dönüştürmüş. Okurken hiç bitmesin istedim, bittiğindeyse en yakın arkadaşımı kaybetmiş gibi hissettim” sözleriyle anlatıyor. Smith, Bolaño’nun eleştirmenlerin gözdesi olduğunu, sadece İspanyolca’da değil, tüm dünya edebiyatında Gabriel Garcia Marquez’in yerini dolduracak güçte bir yazar sayıldığınıysa kitabı okuyup bitirdikten çok sonra öğrenmiş.
Japon yazar Kazuo Ishiguro’ysa “”Bu yılki okumalarıma çoğunlukla Roberto Bolaño hâkimdi. Bolaño, 2666’da Güney Amerika, ABD ve Avrupa geleneklerini; modernizmin vahşi gerçekçiliğiyle suç romanlarını pürüzsüz bir şekilde bir araya getiriyor. Bolaño’nun, modern edebiyat tarihinde çok önemli bir yeri var” diyor.
Stephen King’in fikriyse kısa ve net: “Bu doğaüstü roman tasvir edilemez; bütün ihtişamıyla yaşanması gerekir.”
2666’yı oluşturan beş kitap
I. Eleştirmenlerle ilgili bölüm: Benno von Archomboldi adlı kült Alman yazarın izini süren dört eleştirmenin Santa Teresa’ya uzanan hikayesi.
II. Amalfitano’yla ilgili bölüm: İlk kitabın sonlarında tanımaya başladığımız Meksikalı profesör Amalfitano’nun, Meksika’nın, aşkın ve deliliğin hikayesi.
III. Fate’le ilgili bölüm: Santa Teresa’ya bir boks maçının haberini yapmaya gönderilen ama aslında öldürülen kadınları yazmak isteyen ve bu arada Amalfitano’nun kızına aşık olan gazeteci Oscar Fate’in hikayesi.
IV. Suçlarla ilgili bölüm: Santa Teresa’da işlenen cinayetlerin, yani cehennemin hikayesi.
V. Archimboldi’yle ilgili bölüm: Polonya, II. Dünya Savaşı, bir adam ve bir kadın… Kitabın neredeyse yazılma sebebi denebileek Archimboldi’nin belirişinin ve kayboluşunun hikayesi.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Çok uzun zamandır bir kitabı okumaktan böyle büyük bir keyif almamıştım. Okurken de bitirdiğimde de o heyecanla kitap hakkında iki blog yazısı yazmıştım. Yeniden okuyacağım kitapların arasındaki yeri aldı. Üzerinden biraz zaman geçtiğinde yine o kitap hakkında yazabilirim ve bu ara arkadaşlarım benim bu kitap hakkında konuşmamdan sanırım sıkılmışlardı. Ama hala kitaptan bölümler aklıma geliyor, ne yapayım.
Çevirinin ne kadar özenli olduğunu da belirtmek isterim.
Lütfen çevirenin adını yazı içinde/kitap künyesinde belirtin ve çevirinin kalitesi hakkında da bir yorum yapın. 1) Bu kitabın telif hakkı çevirenindir; 2) Mükemmel edebiyat eserleri kötü çeviri yüzünden okunmaz hale gelebiliyor. Egoist gibi bir yayından bu özeni beklemek hakkımız.
Haklısınız. Kitabı Zeynep Heyzen Ateş çevirdi. Fakat benim çeviriyi eleştirebilme yetkim yok. İngilizce biliyorum ve kitap İspanyolca orijinalinden çevrilmiş. En azından öyle yazıyor künyede. Ben Türkçesinin düzgün olduğunu söyleyebilirim ama kitabın orijinal İspanyolca versiyonunu okumadığım için de çevirisi üzerine yorum yapmak istemedim. Fakat uyardığınız için teşekkür ederim. Bundan sonra kitapların çevirilerine dair de yorumlarımı yazacağım.
Neredeyse yirmi yıldır ispanyolcadan çeviri yapıyorum. 2666 Ispanyolca orijinalinden çevrilmiş, iyi çevrilmiş, (siz orijinalini okumadığım için yazamadım demişsiniz, anlaşılır bir çekince), ben okudum ve yazıyorum. Heyzen de genelde Katalanlar ve konsolosluk için çalışan sevdiğimiz genç bir arkadaşımızdır. 2666’nın çevirisi, kitabın zorluğu düşünülürse oldukça iyi bir çeviri. Ama bazı yerler farklı yapılabilirmiş. Bolano’nun özellikle noktalama işareti kullanmadığı pek çok cümle virgüllerle bölünmüş. (Okumayı kolaylaştırmak için de olsa fark etmez, orijinaline sadık kalınılmalıydı.) Ayrıca mektupta miş’li geçmiş zamanı ben olsam kullanır mıydım, bilmiyorum. Türkçesi hoş, yine okuyucunun işini kolaylaştırıyor ama çeviri için doğru bir tercih mi? ( Bunlar çevirmenin tercihi mi editörün… Read more »
İnsanların kafasında İngilizce İspanyolcadan kolay gibi bir imaj olduğu için ve/veya İngilizceden de çeviri yaptığımı görüp bu soruyu yöneltenler oluyor. İngilizce benim dördüncü dilim. İspanyolcayla çok daha rahatım. Bu kitabı İngilizceden çevirmek, Joyce’un Ulysess’ini çevirmeye benzerdi. Benim ingilizcem öyle bir yükün altından kalkmaya yeter miydi bilemem. Ama ispanyolcam yetiyor. Virgüllere bir diyeceğim yok ama miş’li geçmiş benim tercihim. Bence metnin lezzetini korumak açısından doğru da bir tercih. Yine de her zaman -iyi niyetli olduğu sürece- eleştiriye açığım.
Aslında herhangi bir imalı söz etmedim, söz öyle anlamışsınız. Sadece kendi İspanyolca bilmeyişimi vurgulamak istedim. Öte yandan kendi adıma çeviride bir sorun olduğunda, özellikle de Türkçe kullanımıyla ilgili, bunu belirtiyorum. Bu kitapla ilgili yazıda belirtmedim, çünkü takıldığım bir yer olmadı. Dediğim gibi orijinalini okumamış biri olarak söylüyorum bunu.
Gene de ayrıca söyleyeyim, Zeynep Heyzen Ateş’in de iyi iş çıkardığını düşünüyorum.
Ben de kitap çıktığından beridir, çevirisiyle ilgili bir yorum arıyordum. Piyasada o kadar çok okunamayacak derecede kötü çeviri, çeviri iyi olsa bile, yayıncılık dünyasında o kadar çok sansürcü zihniyet var ki… insanın eli çeviri bir kitap almaya gitmiyor.
Gülenay Hanım, bir cümleyle de olsa, çeviriye dair yorum bekleyen çok insan vardır bu yüzden eminim. egoistokur birçok insan için bir edebiyat-kültür-sanat dergisi niteliğinde.
Kitabı alacağım bu arada, tebrikler Zeynep Heyzen Ateş:)
Roman müthiş bence, birbiriyle bağlantılı gibi birbirinden apayrı hikayeler iç içice, postmodernist denilebilir mi emin değilim ama okurken aklıma hep Atay’ın Tutunamayanlar’ı geldi. Çok kolay yazılmış, çok zor bir roman… Yaşar Kemal’in romanlarında da aynı duyguyu hissetmiştim…
Kemal, İnce Memed’te okurla sohbet eder gibi anlatır hikayeyi, sanki gözleriniz kapalı yazarı dinliyormuş gibi kolayca okursunuz, bu yüzden bırakamazsınız elinizden, Kemal gibi, Bolano’nun üslubu da, okurla sohbet ediyor gibi, okumuyor da sanki, yazarı dinliyorsunuz… Bu nedenle çok kolay yazdıklarını, doğuştan gelen bir anlatım yetenekleri olduklarını düşünüyorum bu tür yazarların. Atay’ı da aynı kategoriye alıyorum; çok kolay yazabilenler kategorisi.
Örneğin Eco ya da Pamuk romanları gibi değil… Eco, Pamuk gibi edebiyatçıların yazarlarken sancılandıklarını, kıvrandıklarını, aradıklarını, araştırdıklarını, denediklerini, vazgeçtiklerini, yeniden yazdıklarını, zorladıklarını, zorlandıklarını… düşünüyorum.
Yanılıyor olabilirim ama, hissettiklerim bunlar.
Bu kitaba iki kez başladım ve ikisinde de yarım bıraktım. Ne anlattığı nereye gittiğini konusunu bir türlü anlamdıramadığım koca bir kitap. Niye aldın diye soracak olursanız bu kitap hakkındaki olumlu ve heyecanlı eleştiri yazılara bakarak aldım.
Boşa verilen para bence. Açık ve net söylüyorum.
Emeği geçenlere saygısızlık değil amacım, ancak benim gibi kitap kurdu olmayıp ” sıradan” bir okursanız kitabı almayın.
Olumlu eleştiriler size kitabı satın almanızı söylemezler. En azından bunu dikte eder bir tonla söylemezler. Ama siz beğenmediğiniz bir kitap için okurlara düpedüz “Bunu almayın” diyebiliyorsunuz. Tuhaf!