Egoist okur

Ahmet Sami Özbudak: “Evler, içinde yaşamış olanların ruhlarını saklar”

Tarlabaşı’ndaki metruk bir binada geçen bir hikâye anlatıyor “İz”. Önce bir tiyatro oyunu olarak yazılmış ve ödüller kazanmıştı. Ahmet Sami Özbudak, 1850’lerde, 80’lerde ve 2000’lerde bu binada yaşayan üç çiftin hikâyesini birbirine paralel anlatıyor. Böylece bize Türkiye’nin yakın tarihini hatırlatıyor.

Gülenay Börekçi

Ahmet Sami: “Masumiyet yattığınız insan sayısıyla elden gidecek bir şey değil!”

ahmet sami iz egoistokur gulenay borekci 1

Efsunlu metin: “Bazı işler efsunludur. ‘İz’in Türkiye’de ve Almanya’da çok ses getirdi, çünkü insanlara bedenlerindeki ve kalplerindeki yara izlerini hatırlattı, ne kadar acıtıcı da olsa, yüzleşebilenlere iyi geldi. ‘İz’ benim için, o yaralardan geriye kalan bir hikâye.”

Ahmet Sami Özbudak: ‘Herkes ötekini anlasa, yaralarını sarmayı denese..’

“Evler, içinde yaşamış olanların ruhlarını saklar” diyor Ahmet Sami röportajımızda. “Bu yüzden tarihi binalara ya da herhangi bir eve ilk kez girdiğimde, orada daha önce neler yaşandığını, mutfakta hangi yemeklerin pişirildiğini, duvarlarda kimlerin seslerinin yankı bulduğunu hissetmeye çalışıyorum. Kokular, korkular, tutkular, acılar, aşklar; bütün bunlar kuştan kuşağa miras kalıyor, hepimiz aslında hiç tanımadığımız insanların duygu mirasçısıyız. Enerji atmosferde duruyor ve diyelim ki aşk acısı çekmeye başlamışsak, yerkürenin enerjisine tutunup kalmış o duygular gelip bizim duygularımıza eklemleniyor. Gözyaşı dökerken, yıllar önce yaşamış Eleni’yle birlikte ağlıyoruz aslında. Kalbimiz kendini önceki kalplerle yeniden inşa ediyor. Bu dünya tanıdık, biz buraya bilerek geliyoruz.”

‘Türkiye adeta dev bir Nuh’un gemisi gibi’

1950’leri, 1980’leri ve 2000’leri yaşamış bir binada seni yazmaya sevkeden ayrıntılar nelerdi?

Tarlabaşı, İstanbul’da hızla doku değiştiren noktalardan birisi. 1955 öncesinde karakteristik bir Rum yerleşkesiydi. Dönemin tanıkları, o yılların Tarlabaşı’nın en güzel dönemleri olduğunu söyler. 6-7 Eylül olaylarından sonra bölgede hızlı bir değişim başlamış, 1980’deyse iyiden iyiye kabuk değiştirmiş. 1980 için, Tarlabaşı’nın bugünkü kozmopolit ve gizemli halinin başlangıcı denebilir. Darbe sırasında pek çok devrimcinin Tarlabaşı’na sığınmışlığı var. Günümüzde burada travestilerle muhafazakârlar, kaçaklarla entelektüeller, suçlularla yabancı uyruklular yaşıyor ve her girdiğinizde onlarca hikâye düşüyor önünüze. İzlerin, acıların hikâyeleri… Tarlabaşı’nın yakın tarihinden daha sayısız film, roman ve tiyatro metni çıkar!

Nasıl acılar ve izlerden bahsediyorsun?

Bana sorarsan Türkiye adeta dev bir Nuh’un gemisi, bunu sağlayan da toprağın, enerjinin ta kendisi. Bu toprağın insanları, birbirine bağlıdır. Öte yandan her dönemin politik atmosferi, yeni bir ayrımcılık dalgasıyla gelmiş her seferinde ve bizde iyileşmeyen yaralar açmış. Türklük, Kürtlük, Rumluk, Ermenilik, Çerkeslik gibi kültürlerin her biri inanılmaz zengin, biliyoruz ama bir de ortak gerçeğimiz var: Biz, Anadolu’luyuz, yani Bizans’tan günümüze uzanan o girift ama eşsiz mozaiğe aitiz… Ve ruhlarımızın yaralandığının, ne de aramızdaki görünmez bağları unuttuğumuzun farkındayız. Bizans’tan Anadolu Beylikleri’ne üzerinde durduğumuzu kültürleri, enerjileri düşünelim, o zaman Kürtçe’den rahatsız olmanın, Ermeni kültüründen ürkmenin, Rum kültürüne müzelik muamelesi etmenin, “öteki”den korkup nefrete teslim olmanın hiçbir anlamı kalmaz. Bunların hepsi sentetik, öğretilmiş duygular. Keşke herkes öteki dediğini anlasa ve onun yaralarını sarmayı denese…

Abdülhamit’in polisiye tutkusunu yazdı

+ Tarlabaşı’nda bir evin hikâyesinden yola çıkıp onu başrole koymak, Türkiye’nin üç kritik siyasi döneminde neler yaşadığını görmek bana enteresan gelince, oturup yazmaya başladım. Çok araştırdım. İlhan Berk, buraya “köstebek yuvası” der, gerçekten de Tarlabaşı kendi çıkmazlarına açılan bir labirent gibidir. Hikâyeyi kurarken, o labirentin içine pek çok kez daldım, röportajlar yaptım, binalara girip çıktım… Oyunu romanlaştırmamı Artemis Yayınları’nın vizyoner yöneticisi Ilgın Sönmez teklif etti.

+ Roman bireysel bir serüven, okuyucuyla özel bir bağ kurmanızı gerektiriyor. Bu, heyecan verici bir mahremiyet. Seyirciyle sizi ortak bir haz havuzunda buluşturan tiyatro ise şenlikli bir uğraş; kolektif üretimin vücut bulmuş hali… Her ikisine de devam edeceğim, çünkü bana farklı hayatta kalma yolları sunuyorlar. Şu an 70 yaşlarında 6 kız kardeşin Nişantaşı’nda bir apartmanda geçen romanını yazıyorum. II. Abdülhamit ve dedektiflik romanları merakı üzerine yazdığım oyun da ekimde Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sahnelenecek.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments