Egoist okur

Güzel olduğum için benden nefret etmeyin!

Bizi ‘somon balığıyla’ bile yolculuğa çıkaran Umberto Eco, Güzelliğin Tarihi kitabında, “Kitle iletişim araçları tümüyle demokratiktir, hem doğal aristokrat zarafetine sahip olanlara, hem de proleter sınıfın şehvetli kızına güzellik modeli önerir,” demiş. Ve eklemiş: “Maserati’nin güzelliğine sahip olamayacaklar için Mini’nin elverişli güzelliği her zaman mevcuttur.”

Ama bana sorarsanız, güzelliğin daha şahane bir tarifini Stephen King yapıyor… Daldan dala uçmama izin verirseniz, okuyun…

Güzelliğin Tarihi
Camille Paglia’nın kaleminden Elizabeth Taylor: “Lezzetli, sulu, olgun bir meyve”

Güzelliğin Tarihi’ni yazan Umberto Eco. Çirkinliğin Tarihi’ni de yazmıştı elbette. 

Güzelliğin tarihinde zafer anları

Things to Do in Denver When You’re Dead, Beautiful Girls ve Con Air gibi filmlerle kalbimi kazanan, sonra da berbat filmler ve şaşırtıcı bir arzusuzlukla bir anda ikinci lige düşen senarist Scott Rosenberg, Beautiful Girls’ün ana karakterlerinden Paul gibi bir “ebedi ergen” bence.

Filmde Michael Rapaport’un canlandırdığı Paul, 40’ına merdiven dayamış bir Peter Pan’dı. Çocukluk aşkı büyüyüp olgun bir kadın olurken kendisi yerinde saydığı için onu usul usul elinden kaçırmakta olan ama bunu bir türlü kabullenemeyen bir alkolik… Yatak odasının duvarlarını kaplayan top model fotoğraflarından vazgeçemeyen bir yeniyetme… İşte bu 40’ına merdiven dayamış “ebedi ergen”, yatak odasının duvarlarını kaplayan süper model fotoğraflarından neden vazgeçemeyeceğini anlatırken şöyle diyordu arkadaşı Will’e:

“Süper modeller güzel kızlardır, Will. Güzel bir kız, tıpkı sabahın köründe viski kola içiyormuşçasına döndürebilir adamın başını. Ruhunu insanoğluna bahşedilmiş en büyük armağanla tıka basa doldurarak uçurabilir seni. O armağan, vaattir… Daha güzel bir hayatın vaadi… Daha çok umut vaadi… Yeni bir yarın vaadi… Bu özel aurayı sadece güzel bir kızın salına salına yürüyüşünde görebilirsin. Gülümseyişinde, canlılığında, hayata dair küçük, çürümüş şeyleri katlanılır hale getirmesinde… Süper modeller Willy, onlar nedir aslında biliyor musun, şişelenmiş vaat. Yepyeni bir günden enstantaneler. Stilettolar üzerinde dans eden umut…”

Beautiful Girls filminden. 

Ben erkek değilim, buradaki “şişelenmiş vaat” deyişini zekice bulsam bile Paul’e hak veremiyorum. Eğer bir film kahramanı olmasaydı ona vaatlerin de güzelliğin de katiyen şişelenip saklanamayacağını, bunun doğaya aykırı olduğunu söylemek isterdim. Dondurulmuş güzelliğin, “daha güzel” olan karşısında solup gideceğini, güzellik söz konusuysa her zaman “daha” sözcüğünün olduğunu ve asla “en” denemeyeceğini de…

Sonuç olarak odasında oturup sıradan hayatını güzel kızların fotoğraflarına bakarak heyecanlı kılmaya çalışan Paul’ün aksine, hayatı katlanılır kılan şeyleri nerelerde bulabileceğimi keşfetmek benim yıllarımı aldı. Güzel insanlar, güzel şarkılar, güzel hikayeler, güzel filmler, güzel resimler, güzel yerler, güzel anlar oldu hayatımda. Güzelliğin uçup kaçan bir şey olduğunu, ele avuca sığmadığını gördüm, her şeyin zıttıyla var olduğunu öğrendim, hayatın kendisini tekrarlayan ama her tekrarlayışta yeni şeyler sunan bir döngüsü olduğuna tanıklık ettim. (Bu arada film gerçekten çok güzel, sadece Rappaport ne tiksindirici, ne ırkçı bir adam oldu yıllar içinde.)

Boticelli’nin Venüs’ün Doğuşu tablosundan detay. Ben de bir benzerini çizdireyim Yapay Zeka’ya dedim, ortaya çıkan resmi az aşağıda göreceksiniz. 

Umberto Eco’dan Güzelliğin Tarihi

Umberto Eco Güzelliğin Tarihi’nde “güzel”in ne olduğuna, onu nerelerde aradığımıza bakıyor, bu kavramın mantıkla bir alakası olup olmadığını sorguluyor, onu neden daima yanımızda, hayatımızda tutmak istediğimizle ilgileniyor. Anlatısında evrende “güzel” sıfatıyla nitelendirilebilecek her şeye yer var; sadece insanlar değil renkler, harfler, nesneler, sanat yapıtları, makineler, arabalar… Organik güzellik, yapay güzellik, kışkırtıcı güzellik; kasvetli, melankolik, korkutucu, kirli ya da tüketici güzellik, tüketilen güzellik… Reklam sloganlarından apartılan bir sloganla, “güzel olduğu için nefret edilenlerin” güzelliği… (“Güzel olduğum için benden nefret etmeyin”, 1980’li yıllardaki bir şampuan reklamının ünlü sloganıydı.)

İnsana dair örnekler de sınırsız, bir biçimde birilerine güzel gelen yaşamış veya düşsel herkes boy gösteriyor kitapta… Kolları kopartılarak harap edildiği halde hâlâ kışkırtıcı bir tenselliğe davetiye çıkaran Milo Venüs’ü, tebessümündeki gizemi çözmek için sanat tarihçilerinim yüzyıllardır uğraşıp didindiği Mona Lisa… Tüm zamanların en ünlü iki yapay sarışını; kırılgan, dokunaklı, şiirsel ve intihar ederek hiç değişmemeyi seçen Marilyn Monroe ile cüretkâr, hırslı ve her devre uyum sağlamadaki başarısıyla göz kamaştıran Madonna… Sarışın İsveçli tombulluğu ve şehvetiyle anımsanan Anita Ekberg ile sıskalığı trend haline getiren Twiggy… “Komşu kız” konseptiyle kanlı canlı bir güzellik anlayışını resmileştiren Playboy dergisinin orta sayfa güzelleriyle Pirelli’nin her yıl merakla beklenen takvimini süsleyen top modeller…

Yapay Zeka’ya benim çizdirdiğim Venüs. Kusursuz ama bilemiyorum… Manga kızlarına mı benzemiş, nedir.

İlginç bir de saptamada bulunuyor Umberto Eco. Şöyle ki… Geçmişe bakarsak her çağın kendine has bir güzellik anlayışı olduğunu görüyoruz; eski Mısırlı kadınların keskin hatlı maskülen bedenleriyle Rönesans güzellerinin tombul kıvrımlarının benzeşen tarafı yok. 16. yüzyılın kırılgan sarışınlığıyla 19. yüzyılın kederli ve ürkütücü gotik imgesi de hiç mi hiç bağdaşmıyor. Yazara göre bir çeşit ‘çoktanrılılığa’ dönüşe tanık oluyoruz aslında.

“Kitle iletişim araçları tümüyle demokratiktir. Hem doğal aristokrat zarafetine sahip olanlara hem de proleter sınıfın şehvetli kızına güzellik modeli önerir. Dal gibi ince Delia Scala bu yüzden Anita Ekberg gibi etli butlularla rekabet edemeyen kadınların modeli olmuştu. Richard Gere’in rafine erkeksi güzelliğine sahip olamayan erkekler içinse Al Pacino ile Robert de Niro’nun proleter cazibesi vardı.”

Yani herkes burada ve kimi “yeterince” güzel, kimi yeterincenin üstünde güzel, kimi şahane güzel… Ya da Eco’nun pek yerinde saptamasıyla: “Bir Maserati’nin güzelliğine sahip olamayacaklar için Mini’nin elverişli güzelliği her zaman mevcuttur.”

Acımasız mı? Ama doğru. O yüzden belki Beautiful Girls filminin Paul’ü gibi daha sıradan, düz adamlar Eco gibi keskin zekalardan daha az yaralayıcıdır, olamaz mı!

Paul ve Eco’yu dinledik. Ben aralarına Stephen King’i de katacağım. Hem de The Shawshank Redemption’la…

The Shawshank Redemption filminden

Rita Hayworth bir mahkûmun hayatını nasıl kurtardı?

The Shawshank Redemption filmi, King’in Rita Hayworth and the Shawshank Redemption adlı novellasından uyarlanmıştı. Filmde olmayan müthiş bir ayrıntı vardı kitapta. (Yani filmde vardı o kısım ama kitaptaki gibi etkileyici değildi.) Esas karakter Andy Dufresne, hücresinin duvarına hayran olduğu aktris Rita Hayworth’ın posterini asıyordu. Hapishane yöneticileri ve gardiyanlar dahil kimse de sorgulamıyordu bu şahsi tercihi. Yıllar geçtikçe Andy Dufresne’in güzellik anlayışı da çağa ayak uydurarak değişiyordu. Rita Hayworth’ın yerini Marilyn Monroe, onun yerini Jane Fonda, Raquel Welch, hatta yanılmıyorsam sonlara doğru Farrah Fawcett alıyordu. (Bu isimleri tamamen uyduruyor olabilirim, kitabı yıllar önce, lisedeyken falan okumuştum ama aktrislerin yıldan yıla değiştiğini iyi hatırlıyorum.) Biz okuyucular da saftık tabii, yıllar boyunca aşağılanan, maddi manevi işkenceye maruz kalan, tecavüze uğrayan, hayatı akıl almaz bir haksızlıkla elinden alınan Dufresne’in yegâne ayakta kalma sebebinin, duvarına fotoğraflarını astığı poster güzelleri olduğunu, onlarla avunduğunu düşündük.

Finalde King’in bize gururla sunduğu tablo şuydu: Gardiyanlar bir sabah Dufresne’in odasına giriyor ve onun sırra kadem bastığını görüyorlardı. Oda aranıp taranıyor, her şey darmadağın ediliyor, sonunda duvardaki poster bile indiriliyordu.

Ve evet, posterin arkasındaki kocaman oyuk yüzlerce metre uzunluktaydı ve ta denize kadar uzanıyordu. Dufresne bu koridoru yıllarca çalışarak oymuştu ve bu yaptığını da Rita Hayworth ve diğer güzeller sayesinde gizlemişti.

İşte size güzelliğin dünyayı değilse bile bir hayatı nasıl kurtarabileceğine dair harikulade bir örnek.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments