Egoist okur

Şahane kitap “Thomasina”nın büyük sorusu: Kalp kırıklığı öldürür mü?

Amerikalı eskrimci, balıkçı, kedi dostu ve yazar Paul Gallico’nun kaleme aldığı Thomasina, insanla hayvanın, ölümle hayatın, iyilikle kötülüğün, yaşama sevinciyle kederin, bilimle doğanın, inançla inançsızlığın, Hıristiyanlıkla Paganlığın savaş alanı diye özetlenebilecek bir masal.

Ama iyi biten bir masal… Bu dünyanın dertli insanlarının dertlerine deva aramak yerine çoğu zaman bile isteye cehennemi seçtiklerini, kendilerini ve birbirlerini cezalandırmak için ellerine geçen her fırsatı değerlendirdiklerini gören bir tanrıçanın duruma el koyuşunu anlatıyor.

“Hasta bir hayvan uyutulmalı mı uyutulmamalı mı?”, “Tanrı var mı?”, “Gerçekten varsa eğer, bu dünyanın meselelerini umursuyor mu?”, “Umursamıyorsa, bu durumda bize düşen vazife ne?”, “Kalp kırıklığı öldürücü bir şey midir, yoksa kolayca unutulur mu?”, “İnsan yüreğinin sırlarını hangi gelişmiş alet çözebilir?”, “Sevmek neye yarar?”, “Bir kedinin, elinden geleni yaptığı halde bir insanı sinirlendirememesi niçin çok sıkıcı bir durumdur?” gibi sorular çevresinde dönen hikaye bir vakitler epey kafamı karıştırmıştı. İlginizi çekebilir…

Mona Lisa’dan Venüs’e sanat âleminin en tatlı kedileri

Şahane kitap “Thomasina”nın büyük sorusu: Kalp kırıklığı öldürür mü?

1950’lerin İskoçyası’nda, bir veterinerin muayenehanesinde başlıyor kader ağlarını örmeğe. Ya da zaten çoktan başlamış da biz orada dahil oluyoruz faaliyetlerine.

Yazar Paul Gallico, bir zamanlar hekim olmak isteyen ama bunu başaramadığı için veteriner olan, bu yüzden de yaptığı işten nefret eden Andrew MacDhui’nin hasta bir köpeği uyutmaya karar verişini anlatıyor bize. Kötülükten değil, iyilikten! Köpek yaşlı, yürüyemiyor bile, onu yaşatmaksa hem kendisine hem de sahibine işkenceden başka bir şey değil.

Haber çabuk duyuluyor. Bekleme odası yoğun bir kederle ağırlaşmış gibi. Kasabalılar, veteriner MacDhui’nin bu berbat uyutma yöntemine biraz sıkça başvurduğunu düşünüyor, ama işte yaşadığınız yerde tek bir veteriner varsa gerektiği zaman başka kime gidebilirsiniz ki?

Köpeği uyutulan yaşlı kadının ardından küçük bir çocuk giriyor bekleme odasına. Bulduğu bacağı kırık kurbağayı getirmiş. Veterinerin içinden zehirli bir ses haykırıyor: “Kırık bacaklı bir kurbağanın doktoru, işte sen busun!” Eski kızgınlıklar, pişmanlıklar diriliyor. Adalet diye bir şey yok bu dünyada: Hekim olabilseydi, yani işi insanları iyileştirmek olsaydı, içini kemiren bir hastalıktan ölen karısını kurtarabilirdi belki. MacDhui çocuğu kovuyor.

Geordie çaresizlik içinde kurbağasını herkesin cadı olduğunu iddia ettiği “kaçık” Lori’nin kapısına bırakıyor. İnsanlardan ürken Lori sayısız kedi, köpek, kuş, sincap ve başka hayvanla birlikte ormanın derinliklerinde yaşıyor. Kumaş dokuyarak, otları kaynatıp hazırladığı ilaçları satarak kazanıyor hayatını. Hayvanlardan başka dostu yok.

♣♣♣

Bir sonraki bölümde kibirli üslubuyla yeni bir anlatıcı giriyor devreye. MacDhui’nin kıpkızıl saçlı küçük kızı Mary Ruadh’ın kıpkızıl tüylü kedisi Thomasina.

“Sizi fazla merakta bırakmayacağım,” diyor, “Konumuz cinayet. Ama bu cinayeti bugüne kadar okuduğunuz cinayet öykülerinden farklı kılan şey şu: Öldürülen kişi Ben’dim.”

Kedi, geçmişe dönerek sürdürüyor öyküsünü. Bisikletli bir çocuk ona çarpınca belini incitmiş ve sonra da Andrew MacDhui tarafından uyutulmuştur. İşte bu noktada öykü kararmaya başlıyor. Mary Ruadh’ın arkadaşları “hunharca katledilen” Thomasina için ormanda bir mezar kazıyorlar. (Çok geçmeden bu küçük mezarı cadı Lori bulacaktır. Kader dedim ya!)

Herkes mutsuz. “Bir daha asla babamla konuşmayacağım,” diyor Mary Ruadh. Kapris sanıyorlar ama değil. Hayattaki en sevgili arkadaşıyla birlikte babasına duyduğu sevgiyi de yitirmiş. Küçük kızın o yumuşak, akıllı, her şeyi bilen, güçlü, sevgi dolu babası gitmiş, yerine sert, kızıl sakallı, sesi gök gürültüsünü andıran, demir gibi güçlü kollarıyla kızının, Thomasina’nın öldürüldüğü odaya girmesini engelleyen bir adam gelmiştir. Mary Ruadh’ın genelde masum görünen dudakları tuhaf bir gülümsemeyle kıvrılıyor. Thomasina’sını öldüren adamla görülecek hesabı var.

♣♣♣

Ve sonra… Bast-Ra, yani eski Mısır’ın en güçlü Tanrıçası sahneye giriyor. Binlerce yıl ölü kaldıktan sonra ormandaki küçük taştan bir kulübede, bir kedinin bedeninde yeniden hayata dönmüş: “Yeni bedenime ve yeni tapınağıma alışmak zorundayım. Ama hem her şeyi bilen sonsuz güçlü bir tanrıça hem de bir kedi olmak tuhaf bir şey.” Yeni tapınağın rahibesi elbette Lori’dir: “Bana hak ettiğim saygıyı göstermiyor, ama yine de onu seviyorum. Çünkü hem nazik hem de güzel kokuyor.”

Ardından tesadüf olmayan tesadüfler zincirini izlemeye başlıyoruz. Yasa dışı tedavi yapmanın yasak olduğunu bilen MacDhui, Lori’yi, yani “ormandaki cadıyı” bulmaya gidiyor. Öfke içinde üzerine yürüdüğü bu ufak tefek kızıl saçlı kadınsa ondan, bacağı kopmak üzere olan yaralı bir porsuğun hayatını kurtarmak için yardım etmesini istiyor. MacDhui normalde anında uyutacağı porsuğu ameliyat ediyor. Üstelik başarılı bir ameliyat gerçekleşiyor. Dönerken hiç olmadığı kadar hafiflemiş hissediyor kendini. Yolda bir sincaba havuç ikram ediyor, sonra herkesin bir terapiste ihtiyacı olduğundan, içini döküyor: “Doğru olanı yaptığımı sanıyordum, ama belki de o kediyi, bilerek öldürdüm. Kızımın sevgisini paylaşmak istemediğim için. Yaşatabilir miydim sence?”

Bu arada sırf onu sinir etmek için az önce bacaklarına sürtünmüş olan tanrıçayı fark etmiyor bile tabii.

♣♣♣

Sonra? Eh, her şeyi de anlatmayayım. Gerçi bu kitabı o kadar çok seviyorum ki kendimi tutmakta zorlanıyorum da.

MacDhui ile Lori birbirlerine aşık oluyorlar, sonra bir sirkte işkence görmekte olan bir sürü bakımsız ve hasta hayvanı kurtarıyorlar, Bast-Ra görevini yapmış olmanın gururu ve iç rahatlığıyla başka ufuklara uçuyor, Thomasina hafızasını yeniden kazanıyor, hatta hiç vakit geçirmeden gecenin kör karanlığında eski sahibini bulmaya koşuyor, Mary Ruadh elbette hem kedisine, hem de eski neşesine kavuşuyor, sevimli Rahip Peddie arkadaşına kendi Tanrı’sını kabul ettirmeye çalışmaktan vazgeçiyor, Mary Ruadh’la tanışmaya gelen Lori, Thomasina’nın deyişiyle, “bir eve kalmak üzere gelen insanın çıkaracağı türden sesler çıkararak” yemek hazırlamaya başlıyor, MacDhui, Thomasina’ya artık sanki o soylu bir hanımefendiymiş gibi davranıyor, Thomasina buna pek üzülüyor: “Onu eskiden de sevmezdim, şimdi de sevmiyorum. Sorun şu ki bana yılışmaya devam ediyor. Elinizden geleni yaptığınız halde bir insanı sinirlendirememek çok can sıkıcı bir durum.”

Bu kitabın kahramanları ya kızıl saçlı ya kızıl sakallı ya da kızıl tüylü. Finalde bütün bu saç ve tüy yumağı sevgiyle birbirine karışırken son sözü yine Thomasina alıyor: “Ta en başından beri sıradan bir kedi olmadığımı biliyordum zaten. Bu aralar aynı zamanda çok da akıllı bir kedi olduğumu düşünmeye başladım. Neyse, öyle ya da böyle, bu ev artık benim istediğim gibi çekip çevriliyor.”

Kalp kırıklığı öldürür mü?

Romanın bir bölümünde veteriner, hiç konuşmayan ve kederi yüzünden artık çocuk değil yaşlı bir kadın gibi görünmeye başlayan küçük kızını doktora götürür.

Kitabın önemli karakterlerinden biri olan Dr. Strathsay şöyle der:

“Mary Ruadh ağır hasta. Görünürde bir bozukluk yok ama belki nedeni görünmezde aramak gerek. Büyükbabamın zamanında insanlar bugün resmen kabul edilmeyen bir sürü nedenden hasta olurlardı. Aşkına karşılık bulamayanlar acılarından eriyip gider, gözlerinin altı çöker, bir deri bir kemik kalırlardı. Sevgilileri tarafından düş kırıklığına uğratılan hanımlar yataklara düşerlerdi.

Yürüyemeyen ya da bayılma nöbetlerine tutulan bir kadının hastalığı da en az aniden konuşma yeteneğini yitiren bir çocuğunki kadar gerçektir. Büyükbabam Dr. Alexander Strathsay hayatta olsaydı, Mary Ruadh’ın odasına girer girmez havadaki kokudan sorunun ne olduğunu yarı yarıya anlardı. Sonra onun çenesini avucuna alır, uzun uzun gözlerinin içine bakardı. O gözlerde çocukta organik bir rahatsızlık olmadığını görerek sevinir, odadan çıkar, yakınlarına gidip çocuğun “kalp kırıklığından” ölmek üzere olduğunu söylerdi.

Kalp atışlarını elektronik bir aygıtla okuyan modern bilime inanmasaydım, yani mantıklı bir doktor olmasaydım, ben de büyükbabamın fikrine katılırdım. Şunu söylemeliyim ki Edinburgh Üniversitesi’ndeki en gelişmiş alet bile insan yüreğinin sırlarını çözemez, bu küçük kızın yüreğinin neden yavaş yavaş teklemeye başladığını da açıklayamaz.”

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments