Sezen, Mazhar ve öteki şahane deliler…
Sinema eleştirmeni, senarist ve yazar Uygar Şirin’in üçüncü romanı Karışık Kaset’in ilk kapağında üç adet kaset bulunuyordu. Esas adam Ulaş’ın bir türlü ulaşamadığı büyük aşkı için hayatının farklı dönemlerinde doldurduğu üç karışık kaset…
Ben de zaten kitapta en çok bu fikri sevmiştim. Eh, neticede aşık olduğunda herkes karşısındakini etkilemek için bazı şeyler yapması gerektiğini bilir. Talihli olanların işi kolaydır; doğru zamanda sarf edilmiş bir söz, belki bir demet çiçek yetebilir duygularını anlatmasına. Ulaş’ın işiyse sanki daha zordu. Sonunda mutluluğa erişebilmek için onun, doğru şarkıları doğru sırayla bir araya getirmenin ve bu şekilde hazırladığı kasetleri aşık olduğu kıza vermenin bir yolunu bulmak zorundaydı. Bu uğurda ne kadar çok kaset dolduruyordu, öncesinde ne kadar çok düşsel şarkı listesi yapıyordu bilseniz. Arada olanları öğrenmek içinse acayip güzel, kimi bölümlerde insanı kalbinden yaralayan, kimi bölümlerde sımsıcak gülümseten bu romanı okumanız gerekiyordu.
Okumadıysanız okumalısınız. Hatta üzerine başrollerini Özge Özpirinççi ile Sarp Apak’ın paylaştığı sinema filmine de gitmelisiniz. Adını artık modası geçmiş sanılan ama hâlâ bir biçimde var olmaya devam eden bir şeyden; eskinin toplama kasetlerinden alan kitapta, pop müzikle alakalı neredeyse aklınıza gelebilecek her şarkı ve her müzisyen var. Sezen Aksu, Mazhar Alanson, Barış Manço, Arto Tunçboyacıyan, Göksel ve diğerleri… Hepsi bu görkemli “karışık kaset”in içinde hepsi bir arada.
Gülenay Börekçi
Uygar Şirin: “Konuşmak çilek reçeline benzer”
Lütfen şahsi masumiyet müzenizi tasarlamaya hemen başlayın
“Bir şarkı çaldı mı Pavlov’un köpeğine dönüyoruz…”
Kaset nostaljisinin kökeninde ne var?
Kaset denince aklımıza gelenler var öncelikle. Şarkılar, anılar, aşklar… Üstelik bunların çoğu dinlediğimiz ilk şarkılar, hatırladığımız ilk anılar, yaşadığımız ilk aşklar. Etkileri çok büyük ve kalıcı. Ayrıca, çocukluğumuzda her şeyin daha güzel olduğuna dair inancımız da bu özlemi tetikliyor.
Çocuk yaşta tanışan ve sonrasında ancak 10 yılda bir karşılaşabilen bir çifti izliyoruz romanda. 1990’lar, 2000’ler, 2010’lar… Bu aşkın tek kanıtı roman boyunca akan pop şarkıları. Müzik sence bir hatırlama aracı mıdır aynı zamanda?
Hem de en etkililerinden biri. Pek çok zaman hatıralar ve şarkılar birbirlerine tutturulmuş halde duruyorlar hafızamızda. Bir şarkının bizi eski bir güne ve o andaki hüzne ya da mutluluğa adeta ışınlar gibi taşıması bu yüzden. Hatta bazen olayı belleğimizden silmiş oluyoruz, şarkı yine de gidiyor o sinir ucuna dokunup hissi uyandırıyor. Bir şarkı çaldı mı Pavlov’un köpeğine dönüyoruz.
“Roman bana unuttuğum şarkıları hatırlattı”
Türk pop müzik tarihinin bir aşk hikayesi üzerinden aktarılması daha önce rastladığımız bir şey değil. Nereden doğdu bu fikir?
Çocukluğumuzdan itibaren karışık kasetler yaptık, birilerine verdik. Çoğunlukla da aşık olduğumuz insanlara. Zaman geçti, sevgililerimizden ayrıldık, başkalarıyla birlikte olduk ve bu sefer o insanlar için karışık kasetler, CD’ler, sonra da “playlist”ler hazırladık. Karışık kaset yapma eylemi değişmedi, sadece kasetleri verdiğimiz insanlar değişti. Bunları düşündüğüm bir gün aklıma bir soru takıldı: Ya hayat öyle gelişseydi ki, hep aynı insana aşık kalıp, tekrar tekrar rastlayıp, hep ona karışık kaset verseydik? Bu fikir şu anda romanda bir ayrıntı, ama hikaye bu sorudan doğdu.
Karışık Kaset’in tamamı karışık kasetlerle dolu. Adamımız Ulaş sürekli olarak ya kaset dolduruyor ya da hayalinde listeler hazırlıyor… Zihinsel arşivinde popun yanında Anadolu rock, arabesk falan da var. Senin bu kadar sağlam bir pop müzik bilgisine ve hafızasına sahip olduğunu görmenin beni şaşırttığını söyleyebilirim. Pek az kişinin bildiği bir sürü ayrıntı, mesela Arto Tunçboyacıyan’ın bir Sezen Aksu şarkısının kaydı sırasında sarf ettiği ve belli belirsiz duyulan bir cümle bile hikayeye girmiş. Pop müzikle ilişkini anlatır mısın?
Tuhaf bir ilişki. Çok dinlemişim ama hem bu kadar dinlediğimin farkında değilmişim hem de dinlemekten utanmışım. Bunları -mişim, -mışım diye anlatıyorum çünkü hepsini yakın sayılabilecek bir süre önce fark ettim… Kitabı yazarken tüm bu şarkılara geri döndüm, 70’lerden bugüne ne bulduysam. Çeşitli barlarda, club’larda yapılan 90’lar gecelerine gittim. Baktım, şarkıların çoğunu biliyorum. Felaket şarkılar var içlerinde, onları da biliyorum. Böylece hafızamla romanın birbirini beslediği bir süreç başladı. Hatırladıklarımı romana koydum, roman unuttuklarımı hatırlattı. Tabii kitaptaki her şey bu dağarcıktan gelmiyor. Hazırlık sürecinde okuduğum kitaplar, özellikle 70’ler ve 80’lere dair yaptığım araştırmalar sayesinde tanıştığım şarkılar ve müzisyenler de var.
“Pop müzikte 70’leri adeta yeniden yaşıyoruz”
Peki bizim kuşağın pop müzikle ilişkisi şimdiki kuşağın pop müzikle ilişkisinden nerelerde ayrılıyor?
Pop müzik her zaman bir eğlence ve kendini ifade aracı olmuş, bugün de böyle. Bugünün biri olumsuz diğeri olumlu iki farkı var bence. Birincisi, özellikle geniş kitlelerin dinlediği şarkı ve şarkıcılara baktığımızda ciddi bir gerileme var. 90’ların dalga geçtiğimiz kimi şarkıları başyapıt, kimi şarkıcıları da virtüöz gibi görünüyor şimdi. Olumlu tarafı ise bugün farklı türlerde (rock, etnik, caz, alternatif vb.) müzik yapan çok sayıda müzisyen görüyoruz. Tamam, ana sahnede dinlenecek bir şey yok ama öbür tarafta Kardeş Türküler’den Ceylan Ertem’e, Birsen Tezer’den Duman’a, Göksel’den Kırıka’ya sayısız alternatif var. Ben bu açıdan son 5-10 yılı, seçeneklerin daraldığı 80 ve 90’ların aksine, pop müziğin ilk büyük patlamasını yaptığı 70’lere benzetiyorum.
Karışık Kaset’in belli bir yaşın üstündekileri derinden etkileyeceğine inanıyorum. Ama kasetle pek haşır neşir olmamış, daha çok dijital alemde dolaşan, müzikleri dijital cihazlardan dinleyenler, yani gençler de okur ve sever mi acaba?
Kaset sandığımız kadar eski bir şey değil. Bugün 25-26 yaşlarında olanların bile çocukluklarında kasetin yeri var. Birkaç gün önce bu yaşlarda iki genç arkadaşla uzun uzun kitabı konuştuk, 40’larındaki okurlardan duyduklarıma benzer şeyler söylediler. O günleri yaşayanlar kendi hayatlarına dair bir şeyler bulacaktır muhakkak, ancak sadece onlara hitap eden bir roman olmasını istemedim. Kaldı ki, dediğim gibi, bizim kasetlerimiz varsa gençlerin de CD’leri, “playlist”leri var.
Yakın tarihimizdeki irili ufaklı birçok değişim de romanın satır aralarında kendini gösteriyor. Pop şarkılarıyla siyaset iç içe geçiyor ve bize son 30 yılda yaşadıklarımızın küçük ama etkili bir özetini sunuyor. Popüler müziğe bakarak bu ülkenin siyasi hallerine dair neleri görebiliriz?
Romanda Ulaş’ın babasına “Bu konuda bir kitap yazılmalı” dedirtecek kadar teferruatlı bir konu bu, üstüne söz söylemek çok zor. Bir cümleyle, pop müziğin Türkiye’deki politik gelişmeleri bir ayna berraklığında yansıttığını söyleyebiliriz. Bunu Derya Bengi ile Murat Meriç’in küratörlüğünü yaptığı “Uzayda Bir Elektrik Hasıl Oldu” sergisi 60’lar için enfes bir şekilde anlattı. Keşke o proje devam edip bugünlere kadar gelse.
“Hikayeyi kendi yörüngesinde tutan karakter, Ulaş’ın babası oldu”
Ulaş’ın babası var bir de… Pop müziğin tarihini yazmak istiyor ama hem müzikteki değişimlerin, hem de kendi ruh halindeki değişkenliğin etkisiyle bunu bir türlü yapamıyor. Hep başa dönüyor, hep yeniden tasarlıyor, yakıyor, yeniden başlıyor… Bu yan hikaye nasıl girdi romana?
Ulaş’ın müziğe duyduğu tutkunun, saplantıya varan merakın ailesindeki birinden gelmesinin iyi olacağını düşündüm. Baba karakteri böyle çıktı ortaya, sonra dallanıp budaklandı. Öyle ki romanı yazmaya başladığımda baba artık sadece Ulaş’ı değil, hikayeyi de bir yandan kendi yörüngesinde tutup diğer yandan iten bir merkezkaç kuvveti yaratmıştı.
O babanın hayalet olarak geri dönüşü çok etkileyici. Yaşarken huzursuz olan ruhu öldükten sonra sükunete kavuşuyor ve baba neredeyse mutlu, neşeli biri oluyor. Benim için romanın en göz yaşartıcı bölümü buydu. Ulaş’ın babası aslında kim, bizim hayatımızıda da bir karşılığı var mı?
Hayatımızda kim ya da kimler kurucu özellik taşıyorsa o. Kurmak derken hem inşa etmeyi kastediyorum hem de saatimizin zembereğinin kurulmasını. Çocukluk ve ergenliğimizdeki bazı insanlar ve olaylar böyle yaratıyorlar bizi. Kurulup masaya bırakılan bir oyuncak gibi yolumuzu çiziyorlar ve huylarımızı, takıntılarımızı, güçlerimizi, zaaflarımızı armağan ediyorlar. Bunlar ayağımızdan tutup bizi aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamaya itiyor ve “Bu neden başıma gelip duruyor?” sorusuna doğru düzgün cevap verip halleşmeden gitmiyorlar. İşin fenası, bizi biz yapan, değerli kılan özelliklerimiz de bunlar.
Bu arada Ulaş ve Uygar isimleri arasındaki benzerlik dikkat çekici. Şahsi bir hikaye mi bu?
Evet ama otobiyografik mi dersen 1990’da geçen bazı bölümler hariç değil. Ulaş yazdığım romanlara ve senaryolara iliştirmeye çalıştığım bir isim. İlk romanım “Anne Tut Elimi”de boy gösterdi önce. Ondan beri, bana benzeyen ya da tam tersi, hiç benzemeyen ama benim benzemek istediğim karakterlere Ulaş adını verebiliyorum. Sürprizi bozmamak için ayrıntısına girmeyelim ama, “Karışık Kaset”in son bölümünde, Ezgi Mola ile Umut Kurt’un devreye girdiği film hikayesinde olanlar da Ulaş-Uygar meselesine denk düştü.
SORU: Aldatıldık mı, aldandık mı?
Sezen Aksu kitapta ve hayatımızda neyi simgeliyor?
Bu laf daha önce söylenmişti sanırım: Sezen Aksu, Türkiye’nin “soundtrack”i. Dolayısıyla kitabın, Ulaş’la İrem’in aşkının ve Ulaş’ın hayatının da “soundtrack”i.
Peki ya Mazhar Alanson?
Mazhar Alanson her şeyin mümkün olduğu çocukluğumuz. Büyümeyen bir yetişkin, deli bir akıllı ve dünyevi bir bilge olma ihtimali ve özgürlüğü.
Kitaptakiler arasında en sevdiğin şarkı hangisi?
O kadar çok ki seçmek imkansız… Romanın akışında nispeten daha önemli yer tutan 12 şarkı var, onları blog’uma koydum. Böylece “Karışık Kaset”in “soundtrack”i gibi bir şey oluştu. O şarkıları diğerlerinden ayrı tutabilirim.
90’ların simgesinin, piyasayı terk etmiş bir şarkıcı olan Rengin’in Aldatıldık şarkısı olduğu yolunda bir saptaması var Ulaş’ın, katılır mısın? Neden ve ne şekilde “aldatıldık”?
“Aldatıldık” demek suçu başkasına atmak olur, “aldandık” demek lazım. Bir tanesi kişisel ve masum bir aldanış, bir çocukluk hatası: Büyüyünce, istediğimiz her şeyin olacağını sandık. Diğeri toplumsal ve kirli bir aldanış: Türkiye’yi, bu topraklarda yıllar boyu işlenmiş pek çok suçun ve günahın olmadığı bir ülke sandık.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest