İnsana kibrini ve zayıflığını gösteren çocuk klasiği
İngiliz yazar Kenneth Grahame’in çocuklar için yazdığı “Söğütlükte Rüzgar”ı okudunuz mu? Bu kitap bir masal, kahramanları da yabanıl ormanda yaşayan türlü çeşit minik hayvan, mesela iyi huylu Köstebek, fedakâr Fare, kendini beğenmiş Karakurbağası ve huysuz Porsuk…
İyi huylu Köstebek, bir sabah bahar temizliği yapmaktan sıkılıp süpürgesini bir kenara atar. Yeşil kırlarda amaçsızca dolaşırken nehir kıyısında Fare’yle karşılaşınca da bütün hayatı değişir. Kayıkla dolaşmanın keyfini, yeşil çimenlerde piknik yapmanın zevkini, maceralı yolculuklara çıkmanın heyecanını keşfeder.
Sonra? Sonrasını kitaptan okuyalım, seçtiğim şu bölüme de özel bir ihtimam gösterelim. Çünkü antik bir yeraltı şehri olduğunu sonradan öğrendiğimiz devasa labirentte yaşayan Porsuk’un ağzından yazılmış o bölüm bize, insanın kibrini ve zayıflığını; peşinde koştuğumuz dünyevi hazların, başarıların, kazanımların nasıl da elimizden kolayca alınabileceğini hatırlatıyor.
Hatta dilerseniz ardından gazeteci Alan Weisman’ın “Bizsiz Dünya” adlı kitabına dair yazıma bir göz atın. Bence ikisi birbiriyle son derece yakından alakalı.
Gülenay Börekçi
Dünyaya ve kendimize şefkat gösterme zamanı
“Bu kent kurulmadan çok önce de porsuklar varmış burada, şimdi yine varız”
Porsuk’la Köstebek salonu geçip büyük tünellerden birinin içine girdiler. Fenerin titreşen ışığı tünelin iki yanında yer alan irili ufaklı odaları aydınlatıyordu Kimisi bir dolap kadar ufacıktı bu odaların, kimisiyse Kurbağa’nın yemek salonu kadar büyüktü. Küçük bir aralıktan geçerek bir başka büyük koridora girdiler. Burası da öncekine benziyordu. Köstebek dolaştıkları yerin büyüklüğünü, koridorların uzunluğunu, tüm duvarların tuğladan örülmüş olduğunu, sütunları, kemerleri gördükçe pek şaşırıyordu.
Sonunda dayanamayıp sordu: “Bütün bunları yapacak zamanı ve gücü nereden buldun kuzum? Çok şaşırtıcı!”
“Gerçekten çok şaşırtıcı olurdu” dedi Porsuk gülümseyerek, “eğer bunları ben yapmış olsaydım. Gerçek şu ki hiçbirini ben yapmadım. Sadece temizledim. Gereksinim duyduğum kadarını. Çevrede böyle bir sürü yer daha var. Bak anlatayım… Çok eskiden, Yabanıl Orman’ın yayıldığı bu yerde hem de orman oluşmadan çok önce bir kent vardı, insanların yaşadığı bir kent. Şimdi durduğumuz yerde yaşıyor, yürüyor, konuşuyor, uyuyor ve işlerinin güçlerinin peşinde koşuyorlardı. Atlarını buraya bağlayıp burada besliyor, savaşmaya ya da ticaret yapmaya buradan gidiyorlardı. Güçlü ve varlıklı insanlardı. İnşaat işlerini çok iyi biliyorlardı. Sonsuza kadar yaşayacak yapılar inşa ediyorlardı, çünkü kentlerinin sonsuza kadar yaşayacağını sanıyorlardı.”
“Peki ne oldu onlara?” diye sordu Köstebek.
“Kim bilir?” dedi Porsuk. “Böyledir insanlar, bir yere yerleşir, orada çoğalır, yapılar kurar, sonra giderler. Yöntemleri budur. Ama biz kalırız. Bu kent kurulmadan çok önce de porsuklar varmış burada, şimdi yine varız. Sabırlı yaratıklarız biz. Bir süre için ortadan çekilebiliriz ama bekler ve yine geri döneriz. Bu hep böyle olacak.”
“Burada yaşayan insanlar gittikten sonra ne olmuş?” diye sordu Köstebek.
“Onlar gittikten sonra,” diye sürdürdü konuşmasını Porsuk, “güçlü rüzgârlar, sürekli yağan yağmurlar ele geçirmiş burayı. Yıllar boyu yılmadan, usanmadan, kenti yere gömmeye başlamışlar. Belki biz porsuklar da küçük ölçekte yardım etmişizdir kim bilir. Ama kent her yıl biraz daha gömülmüş toprağa. Sonunda kalıntıları bile görünmez olmuş. Ardından her şey yavaş yavaş yukarıya yükselmeye başlamış. Tohumlardan filizler çıkmış, filizlerden ağaçlar oluşmuş. Sonra yavaş yavaş yayılan böğürtlen çalıları, eğrelti otları gelmiş yardıma. Çürüyen yapraklar üst üste yığılırken, bahar yağmurları toprak ve kumu getirmişler, sürükleyerek. Zamanla, yerin altında evlerimizi kurabilmemiz için her şey hazır olmuş, biz de gelmişiz.”
Söğütlükte Rüzgar, Kenneth Grahame
Subscribe
0 Comments