“Tohum ekilmezse, masal anlatılmazsa ölür”
Rüzgar Yolgezen ve ortağı Filiz’i hatırlayacaksınız, Avrupa’yı bisikletle, üstelik beş parasız dolaştıktan sonra memlekete dönmüş ve Bisikletli Sahaf adıyla kendilerini müthiş bir iş kurmuşlardı. (Aslında yolda karşılaşmış ve birbirlerine âşık olmuşlardı.) Bisikletle kitap alıp satma işi bu çok tatlı çifti bir süre oyaladı ama sonra yeniden yollara düşmek istediler.
Şimdi bir yandan unutulmuş masalları derliyor, bir yandan da artık hiçbir yerde yetişmediği sanılan bitkilerin tohumlarını arıyorlar. Yine pek paraları yok ama bu defa hazırlıklılar. Sahaflık günlerinden kalan üç beş kuruş var yanlarında. Bir de semt pazarlarında Filiz’in kışın yaptığı takıları satıyorlar. Ve ne yaşarlarsa yaşasınlar, çok öğreniyor, çok eğleniyorlar. İşte çok sevdiğim Rüzgar-Filiz ikilisinin ikilinin çıktıkları yeni maceraya dair anlattıkları…
Gülenay Börekçi
İstanbul’un gezici kitapçısı: Bisikletli Sahaf
“9 ay boyunca ıslanarak, üşüyerek veya sıcaktan bitkin düşerek köy köy dolaşacağız”
Bir süredir bisikletle Anadolu’yu geziyorsunuz, amacınız ne?
Yağmurlu bir günde bisikletlerimize atlayıp İstanbul’dan yola çıktık. Öncelikli amacımız kendimizi ve birbirimizi tanımak üzere yolda olmaktı. Şimdi 9 ay boyunca dağlar aşarak, ıslanarak, üşüyerek veya sıcaktan bitkin düşerek köy köy dolaşacağız. Yerel tohum takası yapmak, unutulmaya yüz tutmuş masalları dinlemek istiyoruz, çünkü inanıyoruz ki tohum ekilmezse, masal anlatılmazsa ölür.
Nereleri dolaşacaksınız?
İstanbul’dan başladığımız yolculuğumuzun ikinci ayını tamamladık. Trakya bölgesini geçerek Ege’ye, oradan da Akdeniz’e indik. Buradan Güneydoğu, Doğu ve Karadeniz bölgelerini geçerek turumuzu yine İstanbul’da bitirmeyi planlıyoruz. İran, Gürcistan hatta Türkmenistan ve Kazakistan da çağırıyor bizi. Belki uzatırız yolculuğu.
Toplam kaç kilometre yapmış olacaksınız?
Kilometre ölçmüyoruz ama Google 10 bin kilometre diyor.
“Market çöplerini geri dönüştürüyoruz”
Yönteminiz aynı mı, yine hiç para harcamadan mı dolaşıyorsunuz?
Avrupa turundaki kadar beş parasız değiliz. Yine paramız yok ama bu sefer biz de bir şeyler üretmiş olarak yoldayız. Filiz kışın İstanbul’da takı yapmıştı, yemek ve su karşılığında insanlara onları verebiliyoruz. Ayrıca zaman zaman tezgah açıp yaptığımız takıları satıyoruz. Bazen de fırınlara, pastanelere, lokantalara bayat yemekleri olup olmadığını soruyor ve market çöplerini geri dönüştürüyoruz. Avrupa’daki kadar ihtişamlı yiyecekler yok belki ama burada da minik bir çürüğü dahi olsa meyve ve sebzeleri çöpe atıyorlar, çünkü sistem böyle işliyor. Biz de sistemin bu dezavantajını lehimize kullanıyoruz. Hiçbir şey bulamazsak, yol kenarındaki meyve ağaçlarıyla doyuruyoruz karnımızı.
Çadırda kalmak, hiç tanımadığınız insanların evine misafir olmak… Ya başımıza bir iş gelirse demiyor musunuz?
Korkmayı değil, gözümüzü dört açmayı seçtik. Korku insanı eylemsizliğe sürüklüyor ve görünüşte insanı güvende tutan konfor bariyerleri birer kafese dönüşüyor. Hem belki İstanbul’da yaşıyor olmak bu yolculuktan daha tehlikelidir. Önceden haberleştiğimiz birinin yanına gitmiyorsak, konaklamamıza uygun yerleri ve kişileri akıllıca seçiyoruz ve zarar görmek bir yana yabancıların inanılmaz nezaketiyle karşılaşıyoruz. Neticede her gün farklı yerlerde uyanmak ve yeni insanlarla tanışmak bir yerden sonra yoldaki insan için sıradanlaşmaya başlıyor. O zaman da korkmak yerine insanlara güvenmeyi öğreniyorsunuz.
“Yok edici tarıma karşı tohum dağıtıyoruz”
Niçin tohum dağıtıyorsunuz, oradaki insanlarda yok mu?
Birçok üretici atalık tohumları çoktan terk etmiş. Sebebi endüstriyel tohumlardan daha az verim vermeleri, yani daha az para kazandırmaları. Pembe domates veya Edirne karpuzu gibi türler yok olma tehlikesinde. Üreticiler verimi arttırmak adına kimyasal gübre dedikleri ilaçlar kullanıyorlar. Böylece hem doğaya zarar veriyorlar, hem de farkında olmadan zehirli gıdalar üretiyorlar. Arılar için Einstein’a atfedilmiş bir söz vardır, “Yok olurlarsa, insanlık da yok olur” demiş. Arıların yok oluşu tarım ilaçlarıyla çok daha hızlanmış durumda. Firmaların yüksek verim vaadiyle sattığı kısır hibrit tohumlar da biyolojik zenginliğin yok olmasına sebep oluyor. İşte biz, bu yok edici tarım anlayışı ve pratiğine karşı bir duruş sergilemek için tohum dağıtıyoruz.
İnsanların tepkileri ne oluyor?
Zehirli ve lezzetsiz ürünlere mahkum olmak istemeyen, “Nerede o eski domatesler” diye hayıflanan insanlar var. Bazıları da artık kendi yemeğini kendi üretmek istiyor ama elinde sağlıklı tohum yok. Bizden seçtikleri tohumları bahçelerine ekebiliyorlar.
Karşılığında ne istiyorsunuz?
Tek beklentimiz ürün alınca, bir kısmını da tohuma bırakıp çevreyle paylaşması.
Gittiğiniz yerlerde yepyeni, daha önce bilmediğiniz tohumlara rastladınız mı?
Evet. Elimizde 10 çeşit tohum vardı, 160 çeşit oldu. Ne tohumlar çıktı hem de! Çeşit çeşit domateslerimiz, kavun, kapuzlarımız, baklagillerimiz, mısırlarımız var. Çiçek tohumlarımız da var elbette. En ilginçleri susuz, yani çok az suyla yetişen bir domates türü ve 3 kiloluk meyve veren topan patlıcan.
“Masallar bizim ortak rüyalarımız”
Peki ya masallar? Onlar ne işe yarıyor sizce, varoluş amaçları ne?
Masallar sözlü kültür aktarımının en güçlü unsurlarından ve harika bir eğlenme aracı. Tüm insanlığın ortaklaşa gördüğü rüyalar bir bakıma… Dinleyenleri yolculuğa davet eden rüyalar… Dinleyen de cesareti varsa, atlıyor masalın sırtına ve bir yolculuğa çıkıyor. Sonunda da elinde tüm insanlığın bilgelik kaynaklarından fışkırmış bir iksirle geri dönüyor ve bu iksirle çevresindeki hastaları iyileştiriyor.
Joseph Campbell’ın teorisindeki gibi…
Gittiğin yolculuktan bir iksirle dönmek önemli. Çünkü hayat kendini devam ettirmeli, rüyalar tekrarlanmalı ve iyilik eskiden yeniye hep aktarılmalı. Geleneksel masal anlatımındaki yaşlı anlatıcı ve genç dinleyiciyi hatırlayın. Tabii uyumakta zorlanan çocuklara da faydası var. (gülüyor)
Onları çok takdir ediyorum ve sadece hayal kurmak yerine eyleme geçen insanları çok seviyorum. Umarım sağ sağlim mutlu ve hedeflediklerine ulaşabilmiş şekilde bu yolculuğu tamamlarlar. Bir bitki biyoteknolojisi çalışan doktora öğrencisi olarak onlardan çok rica ediyorum; tohum değiş tokuşı yaparken bütün tohumları vermesinler; bir kısmını Ankara’daki veya İzmir’deki tohum ve gen bankalarına teslim etsinler; bunlar eğer toprak veya çevre koşullarından kaynaklı olarak teslim edildikleri çiftçiler tarafından verimli yetiştirilemeyen ve yeniden yok olma tehlikesine girecek olan bitkilerin kaybının ve Türkiye üzerindeki biyolojik çeşitliliğin kaybına sebep olabilir… Yaptıkları işi çok takdir ettim ve onlar gibi bu değiş tokuş işini yapan birkaç insan… Read more »
Tülin çok teşekkür ederim. Uzunh bir seyahatteydim, o yüzden mesajını yeni görebildim.
Aslında çok ilginç bir meslek seçmişsin, bu konudaki bilgilerini zaman zaman bizimle paylaşmanı rica edebilir miyim?
Yazmayı düşünmez misin? Hiç değilse ara sıra…