Knausgaard: “Hayatı kitaplar değil edebiyat değiştirir”
Norveçli Karl Ove Knausgaard hayatını en mahrem anları bile atlamadan yazdı ve böylece bir fenomene dönüştü. 6 ciltlik romanında, çocukluğundan itibaren babasıyla fırtınalı ilişkisi de var, evliliğinin niçin yürümediğinin ayrıntıları da… Karısının okuyunca bir an bile beklemeden boşanma isteğiyle mahkemeye başvurmasının sebebi de bu zaten. Aşağıda suçlamalardan, vicdan azaplarından, itiraflardan, acıdan ve öfkeden oluşan bu binlerce sayfalık romanın sansasyonel yazarıyla yaptığım röportajı okuyacaksınız.
Ahmet Hakan: “Bir Rosebud’ım varsa bile, onu çoktan unutmuşumdur…”
Karl Ove Knausgaard
“Dünyanın en berbat şeyini yazdığımı düşünüyordum”
Fransız romancı Gustave Flaubert, ahlaksızlıkla suçlanan ünlü romanını “Madam Bovary benim” diyerek savunmuştu. Norveçli Karl Ove Knausgaard ise “Kavgam”da bir adım ileri gidiyor ve cüretkâr bir dürüstlükle ve hayali karakterlerin arkasına saklanmadan kendini, hayatını anlatıyor. Üstelik en mahrem anları bile atlamadan… Altı ciltlik romanın tüm dünyada fenomene dönüşmesinin esas sebebi bu.
Romanda çocukluğundan itibaren babasıyla fırtınalı ilişkisi de var, evliliğinin niçin yürümediğinin ayrıntıları da… Özetle 4000 sayfa boyunca süren suçlamalardan, vicdan azaplarından, itiraflardan; acıdan ve öfkeden oluşan bir kitap “Kavgam”. Çok sattı, çok okundu, çok saldırıya uğradı. Babasının ailesi yazarı mahkemeye verdi, karısı okur okumaz boşanma isteğiyle mahkemeye başvurdu… (Öğrendiğime göre barışma aşamasına dönmüşler, yine de adamcağınızın sütten ağzı epeyce yanmış.) Knausgaard, “Kavgam”ın onun için bir nevi “edebi intihar” olduğunu, bundan sonra artık roman yazmayacağını söylüyor. (Bence tutmayacak bu sözü.)
Her neyse, kitabın birçokları tarafından irkiltici hatta tehlikeli bulunması bence Nazi lideri Adolf Hitler’in otobiyografisiyle aynı adı taşımasından. Gerçi bu konuda içinizi rahat ettirebilirim, Knausgaard’ı birçok konuda eleştirebilirsiniz ama okuduğum kadarıyla romanının Hitler’in faşizmiyle uzaktan yakından alakası yok.
Sadede geliyorum, son zamanların bu en parlak yazarıyla röportaj yapmak benim için zevkti. İşte Knausgaard’ın, sansasyonel romanı “Kavgam”a dair anlattıkları…
“Bu romanı yazdıktan sonra karımla aramızı düzeltmemiz iki yılımızı aldı”
Hayatınızı 4000 küsur sayfalık dev bir roman olarak yazmaya nasıl karar verdiniz, demek istediğim ne oldu da bir anda yazmaya başladınız? Çok mu cesursunuz yoksa başka bir sebep mi var?
Aslında ne yaptığımı bilmiyordum. Tek istediğim babamın ölümünü anlatan bir roman yazmaktı. Bunu daha önce de denemiştim ama olmamıştı, becerememiştim, yürümemişti. Yapabileceğime inanmıyordum, ondan belki. Sonra bir gün durdum ve “Niçin kasıyorum ki” dedim kendi kendime, işleri karmaşıklaştırmak yerine oturup olanları olduğu şekliyle kağıda dökebilirdim. Babamla ilgili kısmı yazınca, devamı da geldi. Bu yolun beni nereye götüreceğini hâlâ bilmiyordum. 1200 sayfayı geride bıraktığımda bile 4000 sayfa ve 6 ciltlik bir roman yazmakta olduğumun farkında değildim. Uzatmayayım, hayatımı yazayım diye oturmadım masaya, dolayısıyla yaptığımın cesaretle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bir gün birilerinin bunları okuyacağını bile hayal etmeden sadece kendim için yazdım hepsini.
O halde “Kavgam”a başlarken büyük bir şey, ne bileyim dünya çapında sansasyon yaratacak bir roman yazdığınızı da bilmiyordunuz…
Tam tersi, dünyanın en berbat şeyini yazdığımı düşünüyordum, banal ve önemsiz bir şey, o sürecin her saniyesinden nefret ettim. Sizi temin ederim kitap bir best seller olduğunda buna en çok şaşıran bendim.
Şair Sylvia Plath bir keresinde “Şiirin her şeyi konu edebilir, etmeli ama şahsen ben asla şiirime diş fırçasını dahil etmedim” demiş. Sizin “Kavgam”ınız diş fırçası şöyle dursun çok daha “utanç verici” şeyler içeriyor, mesela bebek bezleri… Zor muydu?
Yeryüzündeki her şey, çer çöp, konserve kutuları, el frenleri ya da düdükler, her şey ama her şey yazma değerdir. Bir yazarın normalde yazmayacağı ya da yazmaması gereken şeyleri yazması da iyidir, kitabına bir keşif hissi kazandırır. Okurun sizi yargılayacağına dair endişeniz yoksa, özgürsünüzdür ve dilediğiniz her şeyi yazabilirsiniz. Bir parça sakız hakkında saçmasapan bir 10 sayfa yazmaya ne dersiniz? Ben yaptım. Çiğnendiğinde insan beynine benziyorlardı ve onları çiğneyip çiğneyip masamın üzerine diziyordum, önümde bir sürü beyin varmış gibi oluyordu. Sonra hepsini kaldırıma fırlatıyordum ve bunu dünyanın neresinde yaparsam yapayım, simsiyah gökyüzünde ışıl ışıl parlayan yıldızları andırıyorlardı.
“Her yazarın aldığı kadar risk aldım”
Romanınıza dönersek, sadece kendi mahremiyetinizi anlatmadınız, hayatınıza girmiş insanların sırlarını da bir şekilde ifşa ettiniz. İlişkileriniz bundan nasıl etkilendi?
Babamın ailesi hayatta benimle bir alakaları kalmasın istediler, herkesin başına gelebilir bu. Eski karımla da işler kötüleşti ama bugünlerde sanki toparlıyoruz. Ama tabii aramızın düzelmesi iki yılımızı aldı. Yine de çok fazla kişiyle aramın açıldığını söyleyemem, sanırım onlara karşı fazlasıyla şefkatliydim.
Hayatınızın utanç verici ayrıntılarını anlatmak size ne hissettirdi, bunu yaparak ne tür bir risk aldınız? Biraz abartarak sorayım, işler kötü gitseydi ne kaybederdiniz?
Her yazarın aldığı kadar risk aldım.
Yani?
İnsanlar bana gülebilirdi yahut gerizekalının teki muamelesi görebilirdim. Bir yazarın başına gelebilecek en kötü şey olsa gerek. Bütün kitaplarımın başlangıç noktası da budur zaten. Ben bir aptalım, ahmakça şeyler yapıyorum ve her seferinde utançtan yerin dibine giriyorum. Bunun niçin edebiyata giden yolun önemli bir aşaması olduğunu şöyle anlatayım… Okur benim bir aptal olduğumu biliyor ama aynı zamanda benim aptallıklarımda kendi aptallıklarını görüyor, benim dürüstlüğüme hayran olurken aynı zamanda kendisiyle ilgili kısımda da bir doğruluk payı olduğunu hissediyor. Uzatıyorum yine farkındayım ama söylemek istediğim şey şu: Bir aptal olmakla doğrucu bir aptal olmak çok farklı şeylerdir.
“Önemsiz bir insanın önemsiz hayatını yazdım”
Yeryüzünde “Kavgam” isminde iki kitap var ve birini siz yazdınız. Diğeri, herkesin bildiği gibi Adolf Hitler. Bu ismi seçerken, yanlış anlaşılabileceğinizi düşünerek hiç mi endişelenmediniz?
Hayır, hayır, hiç endişelenmedim. Amacım zaten Hitler’i ve kitabını hatırlatmaktı, yani bu ismi bilerek seçtim.
Bunu fark ettim elbette ama yine de…
Romanımla Hitler’in otobiyografisinin sadece adı aynı. Hitler’in kitabıyla aynı adı taşıyan ama onun tersi yönde seyreden, görkem vaatleriyle işi olmayan bir kitap yazdım ben, önemsiz bir insanın önemsiz hayatını anlatıyor… Baştan sonra farklılar! Zaten dediğim gibi bu adı tam da içerdiği tezat yüzünden seçtim. Hitler’in “Kavgam”ına mecburen göz attım. Yeni yetmelik çağını, başarısız bir ressam olarak yaşadığı hayal kırıklıklarını, Birinci Dünya Savaşı’nda orduya katılmasını ve ardından diktatör olarak yükselişini okuduğumda, aramızda ortak hiçbir şey bulunamayacağını anladım.
“Romanımın arka planında teoriler değil hayat var”
Kitabınızın tüm ideolojilere karşı olduğunu söylüyorsunuz. Bilhassa son ciltteki Hitler’li bölümleri okurken bunu görebiliyoruz. Yine de sorayım, tüm ideolojilere karşı olmak ne demektir?
Ben felsefeci ya da tarihçi değilim hatta iyi bir öykü anlatıcı bile değilim. Sadece bugünü olabildiğince doğru resmetme iddiasında bir kitap yazdım. Romanım, şahsi deneyimlerin “burada ve şimdi” bıraktığı izin peşinde. Duyguların, coşkunun, kederin, önemsiz konuşmaların, tesadüflerin, başarısızlıkların, yıkımların, sıkıntının, yükseliş anlarının, rutin ve ufak tefek şeylerin bir araya geldiği bir kitapta ideolojilerle işiniz yoktur. Ben de açıkçası ideolojilerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştım. İdeolojiler, biz insanların bir aradayken tek tek olduğumuzdan daha fazla bir şeyi oluşturduğumuz fikrinden hareketle yaratılırlar. Teoride bu doğrudur belki ama hayatta buna imkan yoktur. Neticede benim romanımın arka planında da teoriler değil, hayat var.
“Hayatım ‘Kavgam’da anlattığımdan çok daha karmaşık ve sıkıcı”
“Kavgam”ın özetiyle hayatınızın özeti de farklı şeyler mi?
Elbette, hem de nasıl! “Kavgam” bir roman, bir mantık çerçevesinde ilerliyor, hayatımdaysa mantıktan eser yok. Hayatım “Kavgam”da anlattığımdan çok daha karmaşık ve sıkıcı.
Hayatınızda yazabilecekken vazgeçtiğiniz, yazmamayı seçtiğiniz bir şey var mı?
Birçok şey oldu. Bilhassa başkalarına zararı olacağını düşündüğüm şeyleri yazmadım.
Tekrar tekrar yaşamayı hatta belki de sonsuza dek kalmayı isteyeceğiniz bir an’ınız?
Hayır! Çünkü temelde zaten hayatımdan uzaklaşmak için yazıyorum. Benim için itici güç bu; çıkmak.
“Hayatı kitaplar değil edebiyat değiştirir”
Ne tür bir okursunuz? Sevdiğiniz kitaplar hangileri?
19’uncu yüzyılın klasik gerçekçiliğini seviyorum. Bilhassa Flaubert’i. Sevdiğim daha vahşi yazarlar da var. Celine, Bernhard, Handke gibi…
Hayatınızı değiştiren kitap?
Hayat değiştirecek kitap diye bir şey yoktur, hayatı kitaplar değil edebiyat değiştirir.
Şu an ne okuyorsunuz?
Peter Higgins’in Wolfhound Century’sini.
Yazar olarak kimlerden etkilendiniz?
Bunu bilemem. Ama yazarken ne yaptığımı tam olarak anlayamasam da ilk romanım Proust’la dopdroluydu. Sanırım bana esas ilham veren şey edebiyat değil, resim sanatı .
Hangi roman karakterine benziyorsunuz?
Bunu da bilemem. 16 yaşımdayken kendimi Knut Hamsun’un romanı “Pan”daki Løytnant Glahn karakterine benzetmeyi seviyordum.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest