Egoist okur

Yazarlara, yerli edebiyatın korkuyla aşılmaz mesafesini sorduk

Ben korku edebiyatını önemseyenlerdenim. Arkadaşım Tolga Meriç de öyle… Bu yüzden yaklaşık beş yıl önce, korku edebiyatının okura çıkardığı ateşten ihlal davetiyelerini kurcalamaya karar vermiştik. Korkunun din, cinsellik ve ölümle ilişkisini sorgulayacaktık. Bir de Türkçe edebiyatın korku türüyle aşılmaz görünen “mesafesi”ni… Bu yüzden türle öyle veya böyle alakalı olduğunu düşündüğümüz yazarlara birkaç soru sormuştuk. (Sorular aşağıda.)

O dosyayı Egoist Okur’a almaya karar verdim. Aradan geçen beş yıla rağmen, okunacak iş çıktı, güzel oldu. Fakat bu kadarla kalsın istemiyorum, ekleyecek sözünüz varsa lütfen yazın.

Gülenay Börekçi, Tolga Meriç

Sönmez Güven: Eleştirmenler anlamadıklarını aşağılıyor

Kutlukhan Kutlu: Korku edebiyatı okura korkularında yalnız olmadığını gösterir

Yiğit Değer Bengi: Korku insanoğlunun en eski ve en güçlü duygusudur

Hikmet Hükümenoğlu: Korku edebiyatı bizde ticari olarak ayakta duramaz

Mustafa Ziyalan: Dünya, doğaüstüne dalmasak da ürkütücü bir yer

Hakan Bıçakcı: Türk okuru korkularıyla yüzleşemeyecek kadar “cesur”!

Atilla Şenkon: Yaşadığımız kara zamanları haykıran yazarlar da oldu

Altay Öktem: Aslında biz çok korkuncuz!

Sadık Yemni: Türkiye, dünya korku edebiyatında üst bir noktada

Yazarlara, yerli edebiyatın korkuyla aşılmaz mesafesini sorduk

Bildiğimiz edebiyatın sınırları içinde korku edebiyatı yapılamıyor ya da korku türü çok farklı bir edebiyatı gerektiriyor sanki. Bir yapıtı korku romanı diye nitelemek için hangi özelliklere sahip olması gerekir, ölçütleri ya da sınırları nelerdir?

Dünyada korku türü epey uzun bir süre boyunca yeraltı edebiyatının alanındaydı. Son birkaç yıl içinde anaakım içinde de yer almaya başladığını görüyoruz. Bu, türün doğasına aykırı bir durum sayılabilir mi? Ya da türe katacağı şeyler nelerdir?

Türkçe edebiyatta ise bir çeşit “çorak ülke” olma hali göze çarpıyor; yani genelde fantastik edebiyat, özelde korku edebiyatı örneklerine çok nadir rastlıyoruz. Bir de (sırf bu dosyayı hazırlarken bile) hissettim ki tuhaf bir dışlama, hatta aşağılama var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Korkusuz bir millet miyiz, yoksa korkularımızı kurcalamaktan bile korkuyor muyuz?

En eski olanlardan en yeni olanlara dek edebiyatta korkunun temelinde cinsellik ve din var. Oysa korku bir yana, doğrudan bu iki tema üzerinde gelişen edebiyat yapıtlarına da bizde pek sık rastlanmıyor. Korkuyu harekete geçiren alanlar bizde zaten tabu sayıldığı için bu türe ağırlık verilmemiş olabilir mi? Hatta daha ileri giderek bizde çeşitli nedenlerle “kutsal olanı tahrip etme duygusunun” yeterince gelişmemiş olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cinsellik ile korku, din ile korku arasındaki bağlantıları siz nasıl kurarsınız? Korku edebiyatının nihai olarak vardığı yer ölümle hesaplaşmaksa, din ve cinsellik insanın ölümle hesaplaşmasına en çok olanak sağlayan alanlar mıdır?

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments